Sayın Lütfi Elvan
Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanı
Çok muhterem beyefendi;
Denizlerimizdeki ekonomik değeri yüksek her tür balığımızın, son otuz yıllık süreçte, aşırı para kazanma hırsıyla, yasalara aykırı ve kasıtlı olarak insafsızca avlanılmaları nedeniyle, inanılmaz şekilde ve sür’atle dölleri tüketilmiş bulunmaktadır.
Devletimizin bu konuda vazettiği yasalar, yaptırımlar ve kontrollerinin de maalesef yetersiz kalmasından mütevellit, durumun her geçen gün daha da kötüye gitmesinden ötürü, yıllarca bu işin içinde bulunan bilgili ve deneyimli bir kişi olarak, olumlu katkıda bulunmak amacıyla önerilerimi naçizane arz etmeyi gerekli ve zorunlu gördüm.
Bu itibarla, Su Ürünleri Genel Müdürlüğüne hitaben kaleme aldığım 04.10.2010 ve 30.05.2011 tarihli iki raporum ile (Ek-1,2), bunlara karşılık Tarım Gıda ve Hayvancılık Bakanı adına Sn. Dr. Cevdet Akdeniz tarafından imzalanarak, yazılarımdaki görüş ve önerilerimin dikkate alınacağı belirtilen 14.10.2011 tarihli cevabı yazıyı (Ek-3) ilişikte sunuyorum.
Ancak, bahis mevzuu üç belgeyi okumanızdan evvel, ilişikteki özgeçmişimden de anlaşılacağı veçhile (Ek-4), denizcilik, dalgıçlık ve balıkçılık hakkında sahip olduğum bilgi ve birikirnlerim arasında özellik arz eden olaylardan bazılarını, ehemmiyetlerine binaen öncelikli olarak açıklamayı gerekli görmekteyim.
Şöyle ki;
1- Atlas Okyanusu’nda dalış:
Başmüfettiş olarak görevli bulunduğum Ulaştırma Bakanlığı’na bağlı Kamu Kuruluşu olan Deniz Nakliyatı Genel Müdürlüğü’nde yapılan sınavı kazanarak, Portekiz’deki Lizbon Acentemiz Frenave arasında aktedilen sözleşmeye istinaden, altı ay süreyle iaşe ve ibadem mezkur acente tarafından karşılanmak üzere, bilgi ve görgümü geliştirmek için, Temmuz 1972 ayında stajyer olarak öğrenim yapmak için Lizbon’a gönderildim.
Benim, Türkiye’de dalgıç ve balıkadam eğitmeni olduğumu öğrenen acente yetkilileri, Lizbon’daki balıkadam kulübüne bu özelliğini bildirince, Kulüp Başkanı da, Eylül 1972 ayının ikinci pazarında yapılacak dalış programına iştirak etmem için beni davet etti.
O sabah, acentede görevli bir personel beni kulübe götürdüğünde çok güzel karşılandım ve bana, o günün anısına, Portekizli denizcilerin kullandığı, keçi kılından örülmüş bir bereyi ve kulübün armasını hediye ettiler. Kız, erkek 35 öğrenci, ben ve Portekizli diğer üç eğitmen ile birlikte tekneye binerek Atlas Okyanusu’na açıldık. Dalış programına göre uygulanacak hareketleri ve işaretleri öğretmek üzere, bir kız ve bir erkek öğrenciyi benim sorumluluğumda eğitmem için tefrik ettiler.
Dalış yapılacak bölgenin koordinatlarına ulaşınca, elbiseleri giyip, tüpleri, paletlerimizi ve dalış gözlüklerimizi de taktıktan sonra birer birer suya atladık. Öğrencilerden birini sağıma ve diğerini de soluma alıp, gerektiği şekilde işaretleşerek yavaş yavaş 36 metre derinliğe inmeye başladık. Dibe ulaştığımızda gördüğüm manzara karşısında çok şaşırdım. Çünkü 3-4 kiloluk kocaman mercan, sinarit, karagöz ve ismini bilmediğim diğer balıklar hiç korkmadan ve kaçmadan aşağıda adeta bizi bekliyorlardı. Birlikte daldığımız kız öğrenci, kurşun ağırlık kemerinin arasına sıkıştırdığı ufak bir keseyi çıkararak içindeki katı olarak pişirilmiş ve ayıklanmış yumurtaları alıp birini bana, öbürünü de diğer arkadaşına verdi. Ben onların bu yumurtaları ne yapacaklarını merakla seyrederken ikisi de bıçaklarıyla yumurtaları keserek balıklara yedirmeye başladılar ve bana da ayın şeyi yapmamı işaretle anlattılar. Balıkların, elimdeki yumurtayı adeta bir kümes hayvanı gibi kapışarak yemelerini ilk kez gördüğümden, bu manzarayı hiç unutamadım.
Balıklara çektiğimiz bu ziyafet bitince, işaretle anlaşarak yukarıya çıkmaya başladık ve yirminci metrede, bir tedbir olarak, dekompresyon için 6-7 dakikalık bekleme yaptıktan sonra, gene yavaş yavaş yükselip su üstüne ulaştık. Tekneye çıkıp her zaman yapıldığı gibi dalış muhabbeti sırasında, scuba, yani, tüple dalışta balık avlamanın tam 10 yıl önce, 1962 yılında Portekiz’de yasaklandığını ve bu yasağa uymayanların yakalandığında, ilk kez bir ay hapisle, veya, bin Escudo (Portekiz parası) ödemek suretiyle ağır şekilde cezalandırıldığını hayretle öğrendim.
Bu meyanda, Portekizli balıkçıların avlanmaları hakkında aşağıda açıklayacağım bilgileri de, ilginizi çekeceği düşüncesiyle, arz ediyorum.
Staj gördüğüm Frenave Acentelik binası Portekiz’in en işlek caddelerinden biri üzerinde idi ve Lizbon Balık Hali’nde Acente’ye yaya olarak beş dakikalık mesafede bulunmaktaydı. Bazı sabahlar işe giderken bu balık halinin içinden geçer ve hem balıkların çeşidini, güzelliğini, bolluğunu seyreder, hem de, neredeyse tamamı yaşlı kadınlardan oluşan satıcıların avaz avaz kendi şiveleriyle bağırarak balığı kesip, temizleyip servis yapmalarını zevkle izlerdim.
Portekizli balıkçıların avlanma yöntem ve kullandıkları teknelere gelince;
Azami ı 2-ı 3 metre uzunluğundaki ahşap ve motorsuz tekne için iki ayrı ekip oluşturulur.
Bu ekibin her biri, kıçta, bir dümenci reis, iskele tarafında dört ve sancakta da dört tek olmak üzere, sekiz kürekçiden teşekkül eder. Bu ekip, kürekle Atlas Okyanusu’na açılıp, ana servis gemisinin bulunduğu bölgeye giderek, yaz-kış, gece-gündüz demeden üç ay süreyle avlanırlar. Bu sürecin bitiminde, karaya dönüp teknenin onarımı ve ağların merametini (tamirini) üç ayda tamamladıktan sonra tekrar avlanma bölgesine dönüp yine üç ay süreyle durmaksızın avlanırlar ve böylece, her teknenin mürettebatı bir yıl içinde toplam altı ay olmak üzere okyanusta boğuşurlar.
Bu, zor, tehlikeli ve mahrumiyetle geçen işten ötürü de, söz konusu balıkçılar askerlikten muaf tutulurlardı.
Lizbon Balık Hali’nde çalışanların büyük çoğunluğunun kadın olmasının nedeni, Atlas Okyanusu’nda balık avlanmaları sırasında fırtınalarla boğuşurken birçok balıkçının hayatım kaybetmiş olmasından ileri geldiği gibi, Portekiz’in hüzünlü ve acıklı güftelerden bestelenmiş olan ünlü “F ADO” şarkıları da, denize açılıp bir daha geri dönemeyen balıkçılardan, babalar, kardeşler ve yavukluların ağıtlarından oluşan elim hikayelerden derlenmiştir.
Öte yandan, Portekiz’de yapılan boğa güreşinin özelliği itibariyle, ı 972 Eylül ayının bir Pazar günü Lizbon’da gittiğim boğa güreşini izlerken çektiğim kısa süreli CD’yi ilişikte sunarak (Ek-5) bu konudaki açıklamayı lüzumlu gördüm.
CD’de göreceğiniz üzere, yapılan gösteri sonunda, ekipteki boğa güreşçilerinden biri boğanın kuyruğunu yakalar, boğa bu matadora vurmak için döndürüp döndürüp de, vurmayı başaramadığı takdirde boğa mağlup addedilir ve komşu İspanya’da olduğu gibi insafsızca öldürülmez.
Mağlup olan bu boğanın yanına içeriden salınan sığırlar gelir ve hepsi birlikte arenanın içindeki ağıla alınır. Mağlup sayılan boğa burada nizami şekilde kesilir ve eti de fakirlere yardım için dağıtılır.
Bu CD’yi izleyince, İspanya’daki arenalarda yapılan gösteri sonunda, matador tarafından boğaya uygulanan insanlık dışı infazı düşündüğünüzde, Portekizliler hakkındaki takdirlerinizin olumlu olacağına inanıyorum.
2- Kuzey Denizi’ndeki yengeç avcılığı:
Televizyonun “Discovery” kanalının “Deatly hunting”(ölümcül avcılık) adlı programında, Kuzey Denizi’nde yengeç avlayan denizcilerin yaşadıkları inanılmaz güç ve tehlikeli hayatlarını mutlaka izlemişinizdir. Bütün güvertenin eksi 20 derecede buzla kaplandığı, 7-8 kuvvetindeki fırtınada dev gibi dalgaların teknenin başından girip pupasından çıkarken ayakta bile zor durulduğu, yengeç tuzağı kafeslerin başlarına çarparak her an ölüme sebebiyet verebileceği ve bir anlık ihmalin dahi asla affedilemeyeceği ortamda çalışan bu insanların içinde bulundukları inanılmaz koşullar, bizim balıkçılarımıza kıyasla çok daha tehlikeli, zor ve ölümcüldür.
Hal böyle iken, bu çok zor şartlar altında dahi, kafesten çıkarılan her yengecin tek tek kontrolü yapılır ve yasayla tespit edilen ölçüden daha küçük olanlar ile karnının altında yumurta bulunan dişi yengeçlerin tekrar denize atılmasına azami dikkat gösterilerek, koşullar aynen yerine getirilir.
Ayrıca, söz konusu yengeç avcılığının çok kısa olan süresi, o sezondaki programa göre, avlanma bölgesindeki bütün teknelere “VHF” telsizi ile yapılan anonsla tespit edilen tarihte belirlenen saatten, ne beş dakika önce başlamaları ve ne de, beş dakika sonra bitirmeleri mümkün değildir. Aksi takdirde, yukarıdaki koşullardan birine dahi uymadığı tespit edilen teknenin, gelecek sezonda avlanma hakkı iptal edilir. İşte, ancak bu yaptırım ve etkinliklere koşulsuz uyulması sayesinde, Kuzey Denizi’ndeki yengeç avcılığı, çok uzun yıllar devam eden süreçte aynı bereketiyle süregelmektedir.
3- Komşumuz Yunanistan’daki uygulama:
Uzun yıllar önce komşumuz Yunanistan’ın, Mora yarımadası güneyinde ve diğer adalarındaki balıkçıları, aynen bizim balıkçılar gibi, mevcut yasalara aykırı olarak balık türünün soyunu tüketecek şekilde avlanıyorlar, aşın para hırsıyla, uyanlara rağmen yasak avcılığa devam ediyorlardı.
Yunan hükümeti de bunu önlemek için çok ağır bir karar aldı. Bu karara göre, gündüz veya gece yasak bölgelerde ve kullanılması menedilmiş teçhizatla dipte sürtme suretiyle trol çeken veya gırgır ve algarna teknelerinin tespit ve yakalanması halinde, bu teknelerin kaptan ve mürettebatı Sahil Güvenlik Botu’na alınacak ve suçüstü yakalanan tekne de, içindeki ağlarla birlikte batırılacaktı. Bu karar, bir ay süreyle ve her türlü ilan yoluyla ülke balıkçılarına duyurulmuştu.
Yunanlı balıkçılar, hükümetin aldığı bu kararı, her zaman olduğu gibi, önemsemeyip işlerine yine devam ettiler. Ancak, yasaklanmış bölgede avlanan balıkçıyı yakalayan bir devriye hücumbotu, yasa kararını aynen uyguladı.
İşte, yalnızca bu tek infazla, işin şakası olmadığını anlayan Yunanlı balıkçıların, o tarihten sonra koşulsuz olarak yasalara aynen uymaları sağlanmış ve böylece, Yunanistan kıyılarındaki balık neslinin korunması da mümkün olabilmiştir.
4-Yüksek Denizcilik Okulu son sınıf öğrencilerinin şikayeti:
Deniz Nakliyatı T.A.Ş Genel Müdürlüğünde Başmüfettiş olarak görevli bulunduğum 1976 yılında, Yüksek Denizcilik Okulu’nda “Fizik Kondisyon” departmanında Baş Eğitmen olan rahmetli Ruhi Sarıalp hocamız (1948 yılında Londra Olimpiyatları’nda atletizm dalında Türkiye’ye ilk madalya getiren mümtaz insan), bağlı olduğumuz Ulaştırma Bakanlığı’na müracaatla, benim, okulun Güverte ve Makine bölümündeki son sınıf öğrencilerine haftada iki gün öğleden sonraları balıkadam(scuba) eğitmenliği yapmamı önerdi. Teklifin, Bakanlık tarafından olumlu karşılamasıyla, bu ek görevime başladım.
Çok kısa bir süreçte öğrencilerimle güzel bir diyalog kurdum. Bir gün, ders bitiminde, arkadaşlarımın temsilci olarak seçtikleri iki öğrenci yanıma geldi ve yemekle ilgili bir şikayetlerini okul yönetimine iletmemi, rica ettiler. Konunun ne olduğunu öğrenmek için sorduğum suale karşılık aldığım cevabı hiç unutamadım. Serzenişlerinin nedeni, öğle veya akşam yemeklerinde “kalkan” balığının çok sık verilmesiymiş.
Bu gün büyüklerinin kilosu yüz liraya satılan kalkan balığımızın akıbetinin nereden nereye geldiğini ve bu emsalsiz balığın dölünün bugün nasıl kurutulduğunu görünce, buna sebep olanları esefle kınıyorum.
Yukarıdaki bölümde açıklanan hususlardan anlaşılacağı üzere:
Kuzey Denizi’ndeki yengeç ve diğer ürünler için Norveç’in, Atlas Okyanusu’nda çok zor şartlarda büyük fedakarlıklarla avlanan balıkçılar için Portekiz’in, Ege Denizi’nde en ağır yaptırımları uygulayarak balıkçılarını koşulsuz olarak yola sokan komşumuz Yunanistan’ın, velhasıl, GERÇEK DENiZCİ olan diğer ülkelerin kendi denizlerindeki avlanmalarla ilgili olarak koyduğu yasa ve yaptırımları istisnasız ve tavizsiz uyguladığı gibi, bizim ülkemizde de aynen onların yaptığı şekilde yasa ve yaptırımlar uygulanmış olsaydı, büyük tekne sahibi olan balıkçı ağaları, son otuz yıldan fazla süreçte aşırı para kazanma hırsıyla adeta terör estirerek balığın dölünü kuruturcasına avlanamayacaklar ve böylece, hem bizlerin ve gelecek kuşakların haklarını alenen gasp edemeyecekler ve hem de ekolojik dengeyi bozmak suretiyle, ticari değeri çok yüksek olan her tür balık popülasyonunu tüketemeyeceklerdi.
Bu konuda haklılığımızı teyit eden sayısız olaylardan sadece birini aşağıda açıklamayı faydalı ve gerekli görmekteyim. Şöyle ki:
Bilindiği üzere, ticari amaçlı su ürünleri avcılığım düzenleyen 2012/65 no .lu tebliğin palamut ve torik avcılığına mütedair 19. maddesinin birinci fıkrasında aynen;
“Tüm karasularımızda, 1 Nisan-31 Ağustos tarihleri arasında, ağ dalyanları dahil, her türlü istihsal vasıtası ile palamut ve torik avcılığı yasaktır. Ancak, 15-31 Ağustos tarihleri arasında çapari ile palamut avcılığı serbesttir.”
Hükmü yer almaktadır. (Bu son cümle, özellikle amatör balıkçıların belirtilen tarihte zevk için yapacakları azami 50-60 adet palamutun avcılığı hükmüne matuf bulunmaktadır.)
Geçtiğimiz 2012 yılının Ağustos ayının ortasında yasaklı sürecin devam ettiği tarihte, kendini çok akıllı zanneden fakat utanma duygusundan yoksun bir balıkçı, çok rahat bir şekilde ve fütursuzca, Karadeniz’de attığı ağla balığı çevirerek on binden fazla palamut yakalayıp balıkhaneye getirmiştir.
Söz konusu balıkçı, yukarıda açıklanan tebliğin ı9. maddesinin birinci fıkrasındaki son cümleye istinaden, çapari ile palamut avlanmasının serbest olduğunu çok iyi bildiğinden, balık haline getirdiği binlerce palamutu “çapari ile tuttum” diyerek, göz göre göre yalan söylemesine rağmen, hakkında herhangi bir takibat yapılmamıştır. (Bu durum yazılı ve görsel medyada yayımlanmıştır.)
Oysa, denizde ve balık halinde kontrol ile yükümlü görevlilerin, on binden fazla palamutun azami 50 iğneli bir hatta iki çapariyi birden denize atar atmaz balığı hiç aramadan hemen o dakikada yakalandığı farz edilse dahi, balığın teker teker çapariden alınması için geçen süre de dahil edildiğinde, bu çokluktaki balığın bir günde yakalanmasının mümkün olamayacağını basit bit hesapla bilmeleri gerektiği halde, böyle bir işleme tevessül edilmediği, ayrıca, çapari ile avlanan palamutun alt veya üst dudağında geçen çapari iğnesinin girdiği delik izinin mutlak suretle kolaylıkla görüleceğinin mümkün bulunmasına rağmen, böyle bir incelemeye de lüzum görülmediği, bilhassa dikkati çekmiştir.
5-Adalar çevresinde gırgırla avlanmanın yasaklanması:
Mümtaz bir büyüğünün tavassutu ile tanıştırıldığım için mutluluk ve onur duyduğum İstanbul Üniversitesi Su Ürünleri Fakültesi Dekanı Sayın Prof. Dr. Bayram Öztürk hocamın davetiyle, 19.02.2013 Salı günü Büyükada Belediye Başkanlığı’ndaki toplantıya katıldım.
Adalar Belediye Başkanı Sn. Dr. Mustafa Farsakoğlu’nun riyasetinde yapılan panelin gündemindeki;
A- Deniz kirliliğinin önlenmesi için alınması gereken tedbirler hakkında, toplantıya katılanların görüşlerinin alınması suretiyle yapılan anket neticesinin değerlendirilmesi,
B- Gırgır ve trolun, hem, İstanbul hem de, Çanakkale Boğaz’larımn istisnasız her yerinde ve yılın ı 2 ayında da kesinlikle yasaklanması bakımından ilgililerle gerekli temasa geçilip, bu konuda olumlu neticenin acilen sağlanarak Resmi Gazete’de yayımlanması için, yetkili merciler nezdinde girişimlerde bulunulması,
C- İstanbul ve Adalar Gıda, Tarım ve Hayvancılık Müdürlüğünce, daha ufak boyutta da olsa, gerekli kontrollerin layıkıyla yapılabilmesi için asgari üç sahil güvenlik botunun daha filoya dahil edilmesi imkanlarının oluşturulması,
D- Adalar çevresinde gırgır yasağı konusunda ulaşılan olumlu sonucun (Ek-6), Marmara Denizi’nin lüzumlu görülen diğer bölgelerinde de tatbik edilmesi bakımında yetkililer nezdinde teşebbüse geçilmesi,
Konuları Sayın Prof Dr. Bayram Öztürk tarafından sühulet ve basiretle yönetilmesini müteakip, büyük çoğunluğun desteklemesi suretiyle amaçlanan netice istihsal edilerek toplantı sonlandırılmıştır.
6-Günümüzde uygulanan yasa ve yaptırımlar:
Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı tarafından düzenlenen 2013/65 numaralı, ticari amaçlı su ürünleri avcılığına ait, meriyette bulunan ve 01.09.2012-31.08.2016 tarihleri arasında uygulanacak cem’an 74 sahifelik tebliğde;
Bütün denizlerimiz ile İstanbul ve Çanakkale boğazlarında her türlü trol, gırgır ve diğer ağlarla avlanılması yasaklanmış süreçler, koordinatları belirtilerek ufak ölçekli haritalarda gösterilen yasaklı av sahaları, ağ gözleri açıklıklarının ölçüleri, teknelerde bulundurulması gerekli belgelerin nelerden ibaret olduğu, vel hasıl, birçok konuların kapsamlı şekilde açıklandığı,
Ayrıca, 1380 sayılı Su ürünleri Kanununun 24. Maddesi hükmüne göre de;
Marmara Denizi ile İstanbul Boğazında her türlü trol ile su ürünleri avcılığının kesinlikle yasaklandığı ve bu hususun ilişikteki 48 numaralı haritada (Ek-7) gayet net olarak tebarüz ettirildiği memnuniyetle müşahede olunmuştur.
Ancak, bu kadar kapsamlı olarak düzenlenen söz konusu tebliğde bütün yasakların belirlenmesine rağmen, bu yasaklara karşı suç işleyenlerin cezalarının nelerden ibaret bulunduğunun öğrenilmesi amacıyla yaptığımız incelemede;
A- Yaptırımların 22.03. ı 97 ı tarih ve 13 80 sayılı çok eski süreç li Su Ürünleri Kanunu ve 10.03.1992 tarih-22223 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan Su Ürünleri Yönetmeliği’nde belirlenen yaptırımlara istinaden gerekli işlemlerin uygulanarak cezalandırılacağının açıklandığı görülmüştür.
Örnek olarak;
Mezkur tebliğin, ceza hükümleri bölümünde:
Üçüncü maddenin ilk altı fıkrasındaki hükümlere uymayanlara iki yüz elli milyon ile bir milyar lira arasında değişen para cezası ile tecziye edileceği açıklanmış olup Türk lirasından altı sıfır atılmasından sonraki yapılan işlem neticesinde ortaya çıkan sonuca göre, bu günkü değerinin., iki üç kasa balık fiyatı tutarı olan, 200-300 lira gibi çok cüz’i bir meblağa tekabül ettiği tespit olunmuştur.
B- Çevirme ağlarına ilişkin yasaklarda, İstanbul Boğazı’na ait 105 numaralı haritada gösterildiği üzere (Ek-8), Kadıköy İnciburnu-Ahırkapı ile Çubuklu Kozaburnu’na kadar olan hat arasındaki bölge ile “trafik şeridi içindeki” saha tabiriyle belirlenen alanda, gırgır ağları ile su ürünleri avcılığının yasaklanmasına rağmen, Çubukla’dan Kilyos’a kadarki bölgede, her ne sebeptense ve hiç gerekınediği halde, gırgır ağları ile avianılmasının serbest bırakıldığı, aynı şekilde, Çanakkale Boğazı’nda da 102 numaralı haritada gösterildiği veçhile (Ek-9), büyük bir alanda avcılığın serbest tutulduğu, görülmüştür.
C- Söz konusu 24 üncü maddenin birinci fıkrasındaki bilgiye göre, kılıç balığının;
15 Şubat-15 Mart ve 1 Ekim-30 Kasım tarihleri arasında avlanması, güvertede bulundurulması, başka bir gemiye aktarılması, sevkiyatı veya karaya çıkarılmasının yasaklandığı, ancak, yasaklı tarihlerin hangi denizlerde geçerli olduğunun belirtilmediği görülmüştür.
Oysa, hem, bizzat yaşadığımız olaylardan edindiğimiz bilgilerden, ve hem de, tarafımızdan ciddi ve güvenilir kaynaklardan yapılan incelemelerden, kılıç balığının;
Marmara’da – Nisan-Haziran,
Ege’de – Kasım-Mart,
Akdeniz’de-Haziran-Eylül aylarında, asgari ı0-15 milyon gibi inanılmaz miktarda yumurta ile yüklü bulunduğu tespit edilmiştir.
Bu itibarla, denizlerin belirtilmemesi durumunun, art niyetli balıkçılarca, yakaladığı balığın, yasak sürecine girmeyen bir denizde tuttuğunu ileri sürerek, uygulanacak cezadan kurtulmasına müsait bir durum yaratabileceğinin mümkün olduğu görülmüştür.
D- İlişikteki listede görüleceği üzere (Ek -1 0), lüfer balığının, kuyruk yüzgeci dahil edilmek suretiyle, 20 santim olarak gösterilen boyu gerçeği asla yansıtamaz. Zira, 5 santimlik kuyruk yüzgeci, tebliğde belirlenen 20 santimlik uzunluktan düşüldüğünde, lüferin boyu, 15 santime iner ki, ortaya çıkan bu boyut, lüferin küçüğü olan ve henüz döllenme boyutuna erişememiş bulunan, sarıkanat çinakopları da içine alır. Bu taktirde, döllenme boyutuna henüz erişememiş olan sarıkanat ve çinakopların da, hem serbestçe avlanılmasına, hem de, balıkçılarda ve pazarlarda serbestçe satılmasına sebebiyet verilir ki, böyle bir uygulama, lüfer popülasyonunun korunması değil, dölünün alenen tüketilmesinin teşviki anlamına gelmektedir. Yıllarca, yemli zoka ile avladığımız lüferin boyu, kuyruk yüzgeci de dahil edildiği takdirde, asgari 30 santimden daha ufak olamaz. Bu boyuttan sonra 40-45 santim olanlar da kofana sınıfına girer.
Bu bağlamda, mezkur tebliğin, balıkların boy ve ağırlıkları hakkındaki yasakları açıklayan 17. maddesinde; kırlangıç, palamut, uskumru, lipsos, palamut, ve levrek balıklarının belirlenmiş olan boyutlardan 3-4 santim uzunluğundaki kuyruk yüzgeci düşüldüğünde, kırlangıç’ın mazak, levreğin ispendek ve uskumrunun da vanos tabir edilen yavruları sınıfına girmesi, yani, döllenme boyutlarında bulunmadıkları demek olur ki, bu ölçüde olanların ne avlanması ve ne de, satışlarının serbest bırakılması caiz bulunmamaktadır.
Bu itibarla, balığın kralı addedilen lüfer balığının, son 25 yıllık süreçte, sür’atle kaybolmasının başlıca nedeni de, lüferin boyutları hakkında gerçeği yansıtmayan yanlış kararların alınmasından kaynaklanmaktadır. Söz konusu tebliğde lüferin sehven 20 santim olarak gösterilen boy ölçüsünün, döllenebilecek boyutu olan 30 santim uzunluğunun esas alınarak, bu fahiş farkın acilen düzeltilmesi gerekmektedir. Bu suretle, 30 santimden daha kısa boyuttaki limite giren sarı kanat ve tüm çinakopların ve ayrıca yukarıda ölçüleri açıklanan ve döllenme boyutuna henüz erişmemiş bulunan ispendek, mızrak, vanos, çingene palamutu ve lipsos’un da 12 ay boyunca, hem avlanılmasının ve hem de, tezgahlarda satılmasının, kesinlikle ve mutlaka yasaklanmasına gerekli ve zorunlu bulunduğu, gerçek ve bilimsel donelere dayanılmak suretiyle belirlenmiştir.
E- Denizlerde denetim yapan yetkili görevlileri, bir şekilde halledip, yasalara aykırı olarak avladıkları su ürünlerini balık haline getiren balıkçıların, büyük bir keşmekeşlik içindeki balık hallerinde görevli kontrolörlerce, haklarında bir takibat yapılmaması nedeniyle, getirilen balıkların fütursuzca satışa çıkarıldığı, söz konusu bu balıkları satın alıp dükkanlarının tezgahlarında satan balıkçı esnafın ve pazarcıların da, zımnen bu suça iştirak ettikleri muilahazasıyla, bunlar hakkında da gerekli cezai müeyyidenin uygulanması gibi önemli bir hususa, mezkur tebliğde tesadüf edilememiştir.
F- Bir zamanlar balıkçı tezgahlarında boy boy yer alan, sofralarımızda plaki, buğulama ve kızartmasıyla eksik olmayan has kefallerimiz, etinin lezzetinden ötürü ve yumurtalarının da mumlanarak satılması nedeniyle, dölü hızla kurutulan balıklarımız arasında yer almaktadır.
Bilhassa, Karadeniz ve Marmara da çokça bulunan ikiyüz bin ila bir milyon yumurta taşıyan bu balığımız da, karnında yumurtaları olduğu yaz aylarında, çevirme ağlarla, dalyanlarda ve gırgırla yakalanıp, hem etinin, ve ayrıca, hem de, yumurtasının da mumlanarak havyar adıyla çok yüksek fiyatlara satılması neticesinde, yine aşırı para hırsı ile, geleceği hiç düşünülmeden, popülasyonu yok edilmiştir.
Hal böyle olduğu halde, özellikler yumurtalı olduğu yaz aylarında avlanılması yasaklanmış balıkların arasında yer alması gereken kefal balığı hakkında, söz konusu tebliğde, her hangi bir açıklama mevcut bulunmamaktadır.
G- 1 Nisan-15 Ağustos tarihleri arasında, karnında asgari 8-1 O milyon yumurta taşıdığı net olarak bilinen muhteşem kalkan balığının, tebliğdeki avlanma yasağı sürecinin anlaşılamayan bir nedenle, 15 Nisan-15 Haziran ayları arasındaki iki ay gibi gayet kısa süreyle kısıtlandığı görülmüştür.
Bu meyanda, Kuzen Denizi’ndeki yengeç avcılarınca yakalanan yengeçlerin yumurtalı olanlarının, kesinlikle ve mutlaka denize tekrar atılması mecburiyetinin bulunduğu ve buna uymayanların da en ağır şekilde cezalandırıldığı halde, bizde maalesef böyle bir yükümlülüğün bulunmadığı esefle tespit edilmiştir.
Nitekim, karnımda erkeğine nazaran çok az düğme bulunan ve karın boşluğunun da erkeğine kıyasla bariz şekilde daha geniş olan kalkan balığının, bu özellikleri nedeniyle, dişi olduğu çok kolay anlaşılabilmektedir.
Filhakika, kalkan balığını, bir tehlikeye karşı kendini üç saniyede kumun içine gömerek bu şekilde uzun süre az oksijenle yaşayabilme hasletinden dolayı, ağdan çıkarıldıktan sonra, teknede veya karada uzun süre canlı kalabildiği de çok iyi bilinmektedir.
Hal böyle iken, karnında asgari 8-10 milyon yumurta bulunan kalkan balığı, yukarıda açıklanan özelliği sayesinde, ağdan çıkarıldıktan sonra tekrar denize bırakıldığında sağlıklı olarak yaşamasına devam edebilme hasletine sahip olmasına rağmen, içindeki yumurtalar karnında şişkin olarak bariz şekilde fark edildiği durumdayken dahi, dişi kalkan balıklarının, üremesinin ve dölünün devam etmesinin sağlanması bakımından derhal denize bırakılması gerektiği halde, aksine, satılması için balık haline getirilmesi, telafisi mümkün olmayan bu üzücü duruma gelinmesinin başlıca amili olmuştur.
Devletimizce bu hususta vazedilen yasa ve yaptırımların bulunmaması, mevcut yasa ve yaptırımların da caydırıcılıktan uzak olması, denetimlerin de gereği gibi uygulanmaması nedenleriyle, sonunda kalkan balığının dölü göz göre göre katliam yapılır gibi yok edilmiştir.
Yukarıdan itibaren açıklanan ve biraz monotonlaşmaya başlayan yazılı sohbetimize heyecan katarak daha dikkatle ve zevkle takip olunması bakımından, yaşadığım gerçekten ilginç bir anımı anlatmayı faydalı görüyorum.
Şöyle ki;
Çubuklu Dalgıç Okulu Kumandanlığı’nda yedek subay olarak vatani görevimi yapmakta olduğum 1960 Ağustos ayında, Kumandanımız Albay Vedat Dora, arkadaşım Tosun Sezen ile beni çağırdı ve bize;
“Sarayburnu ile Kızkulesi’nin tam ortasında, 45 metre derinlikte bir dinlenme cihazı var.
Bu cihaz dipten geçen denizaltılarını sinyal vererek kıyıdaki tesise bildirmekte idi. Fakat, son günlerde bu sistem çalışmıyor. Beraber gidin, dalın ve sorunu halletmeye gayret edin” diye emir verdi.
Ben, Tosun ve bir de Amerikalı dalış hocamız işkampavya’ya (subay ve dalgıçları taşıyan tekne) gerekli malzemeyi koyarak Çubuklu’dan hareketle Sarayburnu’na ulaştık. Boğaz’ın tam ortasında donanmaya ait Mehmetçik gemisi demir atmış olarak bizi bekliyordu.
Mehmetçik gemisinin kumandanı, zincirden kayarak aşağıya inmemizi ve takriben 50 metre zincir istikametinin sonunda cihazı göreceğimizi söyledi. Kumandanın, karada bir sokaktaki bakkal tarif eder gibi anlattığı bu ifadesinden, 45 metre derinlikte ve dere gibi akan boğaz akıntısında işin güçlüğünü ve tehlikesini hiç bilmediğini kolaylıkla algıladıksa da, hazırlanıp işkampavya’ya bindik. Amerikalı hocamız da bizi teknede, üstümüzde dolaşarak takip edecekti.
Tosun önde, ben de onun bir metre yukarısında yavaş yavaş aşağıya inmeye başladık.
İndikçe su daha karanlık oldu ve görüş de azaldı. Dibe geldiğimizde, gemi kumandanının tarif ettiği gibi, zincirin, kurnun üzerinde ileriye doğru uzandığı istikamette yüzmeye başladık. Akdeniz’den gelip Karadeniz cihetine akan dip akıntısının yardımıyla zorlanmadan geminin kuma gömülü demirine kadar geldik. Fakat, gemi kumandanının tarif ettiği yerde cihazı göremedik Aşağıda işaretle anlaşıp, elli metre daha aynı istikamete yüzdük. Dip karanlık ve bulanık olduğu için, görüşümüz 4-5 metreden fazla değildi. Bu sebeple, bulmaya çalıştığımız cihazın çok yakınına gidilmediği takdirde görülmesi mümkün olmayacaktı.
Su altındaki kalış süresini hesapladığımızda, dibe iniş beş dakika, zincirden demire gidiş dört dakika ve ondan sonra yüzmeye devam edip dört dakika daha gidince, yaklaşık 13 dakika geçti. 45 metre dipte dekompresyon yapmadan kalış süremiz azami 25 dakika olduğu için, kalan 10 dakikalık süre içinde de, zincirin beş metre bir yanında ben ve öbür yanında da Tosun, geri dönüp akıntıya karşı yüzerek tekrar aradık. Fakat cihazı göremedik.
Yine işaretle anlaşarak, derin suda fazla hava kullanmamak amacıyla, dipten bir süre kıyıya doğru yüzüp, daha sığdan yukarıya çıkmak üzere, kıyı tarafına doğru yan yana yüzmeye başladık.
Bu yüzmemiz sırasında, dipte, sanki bir göz açılıp kapanırmış gibi, hareket gördüm. Tosun’un elini bırakıp tam dibe indim, gördüğüm şey, üstünü tamamen kumla örtmüş fakat çok az görünebilen gözü ile bana bakmakta olan, lakin, üzeri kumla kapanmış olduğu için, cinsini belirleyemediğim bir balıktı. Kendi kendime bu balığın ne olabileceğini düşündüğümde, bunun, büyük bir vatos, rina veya kalkan olabileceğine kanaat getirdim. Sol elimi yukarıya kaldırıp balığın görebileceği şekilde parmaklarını oynatıp dikkatini bu hareketime çekerken, sağ elini de, kafasının kumun içinde olan kısmını hesaplayıp, hızla kumun altından elimi sokup galsamasını yakaladım ve yukarıya çektim. Kumdan çıkardığım balık, gördüğüm en büyük kalkan balığı idi ve kurtulmak için kolumu adeta koparırcasına, sağa sola sallıyordu.
Tam bu sırada, benim ne olduğumu merak eden Tosun da yanıma geldi ve benim elimdeki kocaman kalkan balığını görünce çok şaşırdı. Tosun, bana, işaretle biraz ileride istakoz olduğunu anlatınca, birlikte dediği yere yaklaştık. Geldiğimiz yerde büyükçe bir saç teneke parçası vardı ve altını yuva gibi kullanan iki istakoz bize bakıyordu. Tosun, birini benim ve diğerini de kendisinin alacağım, işaretle anlatarak, tenekenin arkasına geçti. Bana hazır olmamı belirtip tenekeyi kaldırınca, ben hızla dalıp istakozun birini kaptım. Tosun da öbürünü aldıktan sonra, dip öyle bulandı ki, o andan itibaren birbirimizi kaybettik.
Bu uğraşmalarımız sırasında geçen sürede tüpteki havam çok azaldığından, bir elimde kocaman bir kalkan balığı ve öbür elimde büyük bir istakoz, yukarıya çıkmaya başladım. Fakat su seviyesine 20 metre gibi bir mesafede, tam üzerimden koca bir tanker geçti. İster istemez 3-4 dakika tankerin geçmesini bekledim. Tanker geçer geçmez yine yukarıya çıkarken, bu sefer daha uzun bir tekne geçmez mi? Bu tekneyi de bekleyerek atlattıktan sonra, Allah’ın yardımıyla su üstüne ulaştım.
Bu teknelerin geçmesini beklerken, Karadeniz’den Marmara’ya akan su üstü akıntısı ile çok uzaklara düştüğümü anladım. Çünkü, daldığımız Mehmetçik gemisinin provasından Ahırkapı istikametine doğru en az 200 metre daha uzaklaşmıştım. Etrafıma baktığımda epey uzakta işkampavyayı görünce çok sevindim ve sağ elimdeki kalkan balığını suyun üstünde yukarı doğru tutarak bayrak gibi sallamaya başladım. Nihayet biraz sonra serdümen asker beni gördü ve son hızla üzerime geldi. Amerikalı hocam benim tek başıma çıktığımı görünce biraz rahatladı amma, Tosun’un hala meydana çıkmamış olması sebebiyle, İngilizce ne kadar okunacak! laf varsa hepsini sıraladı. Benim elimdeki balığı ve daha sonra da, öbür elimdeki istakozu görünce “ben size dalarken tüfek almayacaksınız demedim mi” diye kızgınlıkla bağırdığında, ben de ”tüfek almayıp elimle tuttuğumu” söyledim. Amerikalı hoca iyice afalladı. Tam bu sırada Tosun da uzakta su üstüne çıkınca, hoca rahatladı. Tosun’un yanına gidip onu da tekneye aldık. Kaçırmamak için galsamasını çok sıktığımdan ölen kalkan balığını kolayca teknenin içine attım ve istakozu da, hediye olarak hocama verince iş tatlıya bağlandı.
Ben de, hocalık görevime başladığım zaman, Amerikalının çektiği heyecan, korku ve stresi çok daha iyi idrak ettim. Adamcağız yerden göğe kadar haklıymış!
Bulmakla görevlendirildiğimiz cihazın akıbetini merak ettiğimiz taktirde, bunu da başka rahat bir zamanda bilginize sunmayı görev addederim!
Dalgıç okuluna döndüğümüzde, askerliğini okulda yapmakta olan Bakırköy’lü bir askerime kalkan balığını verip bizim eve gönderdim. Rahmetli annemle birlikte, kestirip dilimletmek üzere balıkçıya götürmüşler. Tartıldığında karnında yarım kilodan fazla yumurta çıkan o muhteşem balık, tam altı kilo sekiz yüz gram gelmiş. Bu açıklamada en ufak bir abartma olmadığını özellikle arz ediyorum.
Saygı değer muhterem Bakanlarım;
Sizlere hitaben kaleme aldığım tahrid sohbetin bu son bölümüne geldiğimde, kalemi bıraktım, uzun uzun düşünmeye başladım. Zira “3 5 yıldan daha uzun süreçte yönetimde bulunan iktidarların içindeki, denizden gerçekten anlayan ve bu işi bilen Müsteşar veya Bakan seviyesinde sayısız yetkili sorumlular, bu duruma müdahale edip sorunu çözerek balıkların dölünü kuruturcasına yapılan avlanmaları önleyemedikleri halde, ben emekli bir insan olarak ne yapabilirim? diye” kendi kendime sordum.
Kalemi bıraktım, koltuğa geçip tefekküre daldım. Bu tefekkür sırasında 1983 yılında başımdan geçen olayı hatırladım. Bu gerçekten ilginç olayı kısaca açıklamayı faydalı görmekteyim.
1983 yılı başlarında Bakırköy ‘deki Ataköy Sauna’da bir beyle tanıştım. Sessiz, sakin, az konuşan, fakat, devamlı olarak etrafı, insanları hissettirmeden izleyen bir kişiydi. Sonradan öğrendiğime göre, (ismini tam hatırlayamadım, galiba ya Nihat veya Nahit idi) bu beyefendi rahmetli Sn. Turgut Özal’ın, Malatya’dan çok samimi çocukluk arkadaşı imiş.
O yıl yapılacak Belediye Başkanlığı seçimleri için Turgut Özal, Bakırköy’den iyi tanıdığın birisi var mı? diye bu arkadaşına sormuş. O da “evet var, Orhan Bey, emekli başmüfettiş, çok eski Bakırköy’lü, hiçbir partiye üye değil, hem dürüst, çalışkan ve hem de çok iyi çevresi olan, sevilen birisi” diye cevap verince, Sn. Turgut Özal, benim ismimi Anap‘ın listesinde birinci sıraya yazdırmış.
Benim bu olanlardan hiç haberim olmadığı için, yedi arkadaşımla birlikte Marmaris’e gidip Ali Kaptanın teknesini kiralayarak koylarda dalış yapmak üzere 10 günlük seyire çıktık.
Sn Turgut Özal, bu arada benimle görüşmek istemiş. Arkadaşlarım, Marmaris’e dalışa gittiğime söyleyince, o civardaki Liman başkanlıklarına, tur teknesi kaptanlarına ve balıkçılara sorup araştırmalarına rağmen beni bulamamışlar. Bulamamaları çok doğal, çünkü, ben, balığı çok olan, fakat, kimsenin bulunmadığı ve uğramadığı koylarda kalıyordum.
Beni bulamadıkları için, Sn. Turgut Özal, diş doktoru Malatyalı Naci Ekşi beyi benim yerime yazdırmış. Yapılan seçimde Bakırköy’de Anap kazandı. Ben seyahatten dönünce, Nihat Bey bana “ağabey sen nereye gittin ben sana, Sn. Turgut Özal’ın, seni adaylar listesinde birinci sıraya yazdığım sürpriz olsun diye söylememiştim. Bak şimdi Bakırköy Belediye başkanı sen olacaktın demişti. Evet, Belediye Başkanı ben olsaydım, Bakırköy ‘ün vechesini değiştirirdin. Naci Ekşi, maalesef, Bakırköy için inşası 7 yıl süren yer altı çarşısından başka bir şey yapamadı. Bizim insanımız üst-baş alışverişi için aşağıya inmez, bunu düşünemedi. Şimdi, bu çarşı, sadece yağmur yağınca ıslanmamak için kullanılan ve müşteri olmaması nedeniyle de, tezgahtarların kendi aralarında gazoz kapağıyla maç yaptıkları bir saha haline dönüşmüştür.
Ayrıca, yine bu bağlamda, ilişikte sunduğum yazımda da görüleceği veçhile (Ek-ı 1), bundan tam 53 yıl evvel Bakırköy açıklarında 40 metre derinliğe yaptığım dalışım sırasında, Karadeniz’den gelerek üstten akan deniz suyu ile Akdeniz’den dip akıntısıyla gelip, Karadeniz istikametinde akan ve yoğunluğu daha fazla olan deniz suyunun birbirine karışmamasını, ortada, her iki denizin sıcaklığından çok daha soğuk bir buçuk iki metrekarelik bir tabakanın mevcudiyetini, Yüce Allah’ın o güne kadar ilk kez bana gösterdi. Mezkur yazımda da özellikle arz ettiğim üzere, ı 600 yıl önce Peygamber efendimize indirilen Kur’an-ı Kerim’in üç ayrı suresinde bilhassa belirttiği bu vakıa özellikle bana gösterilip algılamamın sağlanması münasebetiyle, mezkur konudaki sorumluluğumu hatırlamama vesile olmuştur.
Bu tefekkürün neticesinde, her şeyin Yüce Allah’ın irade ve idaresinde olduğunu, insanların bunun dışında hiçbir şey yapmaya muktedir bulunmadıklarını algılayarak, masanın başına tekrar geçip, Rabbim’den bana vaki bir emir olarak telakki ettiğim bu görevi yerine getirmek üzere, yazmaya devam ettim.
SONUÇ VE ÖNERİLER:
Yukarıdaki bölümde naçizane arz ettiğim konuların önemine göre tefrik ettiğim sıralamasında:
ı- Halen yürürlükte olan 20 ı2/65 numaralı tebliğde açıklandığı veçhile;
İstanbul ve Çanakkale boğazlarının tamamında, çok yerinde ve doğru bir kararla, bütün yıl boyunca her türlü trol avcılığının yasaklanmış bulunduğu, memnuniyetle müşahede olunmuştur.
Ancak, çevirme ağlan denilen, gırgırlar için, İstanbul ve Çanakkale boğazlarındaki bazı sahalarda, hiç gerekmediği halde ve her ne sebeptense, ilişikteki ı 02 ve ı 05 numaralı haritalarda gösterildiği üzere (Ek-8-9), gırgırla avlanma serbest bırakılmıştır.
Aslında, trol avcılığında olduğu gibi, İstanbul ve Çanakkale boğazlarının bir ucundan öbür ucuna kadar, gırgırla avlanmanın da mutlak surette yasaklanması ve böylece, aynı amaca matuf düşüncenin, eksiksiz ve doğru olarak uygulanmasının sağlanması suretiyle, olumlu sonuca ulaşılmasının,
2- Yukarıdaki bölümde açıkladığımız üzere 2012 Ağustos ayının ortasında, gırgır ağları ile avlanmanın yasak olduğu süreçte, balık haline on binden fazla palamut getirerek “bu balığı çapari ile tuttum” diyen balıkçı hakkında hiçbir cezai işlem uygulamayan denizde veya balık halindeki yetkili görevlilerin, en azından bu balıkçı kadar kusurlu ve suçlu oldukları açıkça ortaya çıkmıştır.
Bu itibarla;
İstanbul, İzmir, Çanakkale, Trabzon ve İskenderun gibi büyük balık halleri olan yerlerde, uzun süre çalışıp her türlü yolsuzluğun neler olduğunu bildiği halde, gerekli yaptırımları uygulamayıp göz ardı eden eski çalışanlardan, emekliliğe hak kesbetmiş insanların emekliye sevk olunmaları, emekliliği dolmamış olanların da, pasif işlerde görevlendirilmeleri uygun görülmektedir.
Böylece, her türlü art niyetin uygulanmasına uygun bulunan balık hallerinin zapt’ı rapt’a alınması ve keşmekeşliğin disipline edilmesi bakımından;
a) Adı geçen büyük balık hallerinde söz konusu personellerin yasal olarak tasfiyesini müteakip, özellikle dürüst, deneyimli ve ihtisas sahibi çalışkan kişilerden oluşan denetim ekiplerinin teşkil edilmesi,
b) Kanun veya Kanun hükmündeki kararnameler çıkarılması suretiyle, mezkur ekiplerin ciddiyetle ve görev sorumluluğuna müdrik olarak yapacakları kontroller için, yetki ve sorumluluklarının belirleneceği bir yönetmeliğin ihdası,
3- 04.10.2011 tarihli raporumda açıkladığım üzere, on binlerce palamutun Karadeniz’den Katavaşya göçü için İstanbul Boğazı’ndan aşağıya doğru geçişleri sırasında Allah’ın bir lütfu olarak bana nasip ettiği şansla, palamut sürüsünü bizzat izleme imkanına sahip olmuştum.
Bu gün, on binlerce palamutun aynı anda ve birlikte, saatte 25 knot hızla akış yapmaları sırasında, yan yana ve peş peşe bir birine değercesine çevrilmiş bulunan ağların arasından, karda slalom yapar gibi hareketlerle, kaçıp kurtulmak suretiyle, ekolojik göçlerini rahatça tamamlamalan çok zor, hatta, imkansızdır.
Bu nedenle, avlanmanın yasak olmadığı süreçte, her iki boğazın giriş ve çıkışlarının üç mil dışındaki bölgeden sonraki sahada, balıkçıların çevirecekleri ağların birbirine yakınlığının, ilişikteki örnekte belirtildiği gibi (Ek-12), kesinlikle, asgari 200 metreden az olmamasının,
4- Boğazların girişinden çıkışına kadar, boğaz boyunca tüm gemilerin her türlü hareketini izleyen Kıyı emniyeti Genel Müdürlüğü’ne bağlı yerleşik radar sistemince, ayın zamanda, özellikle gırgır ve trol teknelerinin de seyirlerini ekranda kolaylıkla takip edilip, yasalara aykırı olarak avlanmaların tespiti halinde, Sahil Güvenlik Komutanlığına anında bildirilmesi ve bu malumatın da radar görevlilerince kendi jurnallerine de kaydedilmesinin, Sahil Güvenlik Komutanlığı’nca da, alınan bu ihbarın akıbeti hakkında Radar üssüne gerekli bilginin geciktirilmeden iletilmesi suretiyle, koordineli şekilde çalışılmasının usul ittihaz edilmesinin,
Bu meyanda, gerek boğazlarda ve gerekse, diğer yasaklı sahalarda ve yasaklı süreçte, yasaklı ürünleri avlarken yakalanan trol, gırgır, algarna ve yasaklı malzeme kullanan tüm teknelerin, Sahil Güvenlik Batlarınca yedeğe alınıp en yakın askeri üsse getirilerek, durumuna uygun olan yaptırıma göre tecziyesi için, yasayla belirlenmiş süre avdan men edilmesinin,
5- 3/1 numaralı ticari amaçlı su ürünleri avcılığını düzenleyen 2012/65 sayılı tebliğde, bütün yasaklı bölgelerin koordinatları da belirtilerek ufak haritalarda kapsamlı olarak gösterildiği memnuniyetle müşahede edilmiştir.
Bununla beraber; yasaklı bölge haritalarındaki yer isimlerine, büyüteçle bakıldığında dahi, o mıntıkanın neresi olduğu ve nereden nereye uzandığının sarih olarak algılanamayan sahalar da mevcut bulunmaktadır. Her ne kadar, bu sahaların koordinatları açıkça belirtilmiş ise de, birlikte seyir yaptığım birçok tekne kaptanının, Markador haritalarda mevki konumlandırılmasını bilmediklerine şahit olmuşumdur.
Bu gerçeğe istinaden:
T.C Ordu Valiliği ve Gıda Tarım ve Hayvancılık Müdürlüğü’nce bastırılıp, ilgili Kooperatif ve yörenin tüm balıkçılarına dağıtılmış bulunan ilişikteki broşür (Ek-13) benzeri bir kitapçığın hazırlanması faydalı ve gerekli görülmektedir.
Yeni hazırlanacak olan broşürde:
A) Türkiye’nin yörelerine göre düzenlenecek bölümlerde, denizlerimizdeki yasaklı sahaların mevki konumlandırılması için hem koordinatların belirtilmesinin ve hem de, söz konusu alanların hudutlarını belirleyen mahallerin adlarının daha büyük puntolarla yazılmasının, ayrıca yasaklı bölgelerin kırmızı renkle de taranarak, anlaşılamayan bir noktaya mahal bırakılmamasının,
B) Su ürünlerinin boy tespitinde belirtilen esasa göre ölçüm yapıldığı taktirde, 5 santimlik kuyruk yüzgeci uzunluğu da düşüleceğinden, lüferin, tebliğdeki 20 santimlik boyutu 15 santime inecektir.
Esasen, lüferin soyunun sür’atle tükenmesi de, bu ölçümün, gerçek boyutlarına göre düşük gösterilmesinden kaynaklanmaktadır. Zira, lüfer boyu, kuyruk yüzgeç dahil, 20 santim olarak belirlendiğinde, sarıkanat ve her boy çinakoplar da bu limite girer. Hal böyle olunca, boyutun limiti daha ufaklara doğru gider ki, bu da, döllenme büyüklüğüne henüz ulaşmamış olmalarına rağmen, sarıkanat ve çinakopların da, hem avlanmalarının ve hem de, satışlarının serbest bırakılması neticesini yaratır.
Bu itibarla, yeniden düzenlenecek olan broşürde, lüfer balığının 30 santimetreden daha ufakları olan sarıkanat ve çinakopun, hem avlanılmasının, hem de, satışının, 12 ay boyunca kesinlikle yasaklandığının tebliğ edilmesi, 20 13 Mayıs ayından itibaren, hiç kimsenin veya grubun itiraz ve şikayetleri dikkate alınmaksızın, bu yöntemin mutlaka tatbik edilmesinin, gelecek süreçte de, aynı uygulamaya, azim, cesaret ve basiretle devam olunması sayesinde, lüfer soyunun yok edilmesinin önlenmesinin,
C) Dünyanın hiçbir ülkesinde görülmeyen şekilde, aşırı para kazanmak hırsıyla, acımasızca, insafsız ve yasalara aykırı olarak yapılan avlanmalarla, soy kırım yaparcasına dölü kurutulan müstesna bir tür olan kalkan balığının;
a) 04.10.2011 tarihli raporumda da tafsilen arz olunduğu üzere, sahip olduğu meziyetinden ötürü, denizden çıkarıldıktan sonra, diğer balıklar gibi, hemen ölmeyip uzun süre yaşabilmesi nedeniyle, karnından asgari 8-1 O milyon yumurta bulunan dişi kalkan balığının, balıkçılar tarafından, behemehal, tekrar denize bırakılması gerektiği hususunda, ne 13 80 sayılı yasada, ne de, 2012/65 numaralı tebliğde herhangi bir uyarı bulunmayıp, sadece, 40 santimden ufak olanlarının avlanmasının yasaklandığı belirtilmiştir.
Bu bakımdan, kalkan balığının döllenebilme boyutu olan 40 santime ulaşmış yumurtalı dişilerin, yasak olmayan süreçte de, denizden ve ağdan çıkarılmasının akabinde mutlaka derhal denize bırakılmasının, karınlarında yumurta bulunduğunu bile bile balık haline getiren balıkçılar hakkında, yetkili görevlilerce tutanak düzenlenerek en ağır yaptırımın uygulanmasının,
b) Önceki bölümde tafsilen arz ettiğim üzere, 1960 Ağustos ayında, İstanbul Boğazı’nın tam ortasında 45 metre derinlikte dipte elimle yakaladığım kalkan balığını gönderdiğim balıkçıda ayaklanması sırasında içinden yarım kilodan fazla yumurta çıkmış bulunmasından ötürü, Ağustos ayında da kalkan balığının yumurtalı olabileceği algısıyla, bu balığın avlanmasının yasaklanma sürecinin her yıl Nisan başından Eylül ayına kadar mutlaka uzatılmasının,
c) Mezkur tebliğde, kalkan balığı avlanılma boyutunun asgari 40 santim olarak belirlenmesi nedeniyle, gerek, balıkçı tezgahlarında ve gerekse, pazarlarda, kalkan balığının bu boydan daha ufaklarının satışının kesinlikle ve mutlaka önlenmesi bakımından, önerilen yaptırımların aynen uygulanmasının
d) 2012/65 numaralı tebliğin 20. Maddesinin “ç” fıkrasında; av yasağının başladığı 15 Nisandan önce avlanarak il veya ilçe müdürlüklerince stok tespiti yapılan kalkan balıklarının, yasağın başlamasından itibaren, en geç 7 gün içerisinde pazarlamasının zorunlu tutulması muvahecesinde, yıllardan beri ilk kez, işin ciddiyetle ele alındığı, memnuniyetle müşahede edilmiştir.
Ancak, bütün yasak ve yaptırımlara rağmen, pareke veya başka bir istihsal vasıtası ile kaçak ve gizli olarak kalkan yakalayan, yasak dinlemez, bazı balıkçıların, yakaladıkları kalkanları, bilhassa geceleri zulalı olarak büyük otellere götürüp sattıkları bilinmektedir.
Bu nedenle, il veya ilçe müdürlüklerince İstanbul’daki özellikle büyük otellere bu konuda tebligatta bulunularak, adisyon, fatura veya irsaliye gibi belgelerde zaman zaman yetkililerce yapılacak kontrollerde, yasalara riayet etmeyip balıkçılardan kaçak kalkan alanlar hakkında ağır cezai işlemlerin uygulanacağının da bildirilmesinin,
D) Kılıç balığının;
Marmara’da-Nisan-Haziran
Ege’de-Kasım-Mart
Akdeniz’de-Haziran-Eylül
aylarında, karnında asgari ı O milyon yumurta bulunmasından ötürü, üç denize ait ayrı ayrı avlanma yasağı tarihlerinin mutlaka belirtilmesi suretiyle, balıkçıların suiistimaline meydan verilmemesinin,
Ayrıca su ürünleri boy tespitinde belirtilen esasa göre, kılıcı hariç, kuyruğundan çene ucuna kadar asgari 125 santim olması açıkça belirtildiği halde, döllenme boyutuna erişmemiş olan, bu boyuttan ufak olanları yakalayan ve satanların en ağı şekilde tecziyesinin,
Öte yandan tebliğde, avlanılması veya yasaklanması hakkında bir bilgi verilmemiş olan, ancak, karnında bir milyona kadar yumurta taşıyan ve ekonomik değeri yüksek olan kefal balığım, Mayıs-Eylül ayları arasında yumurtalı olması nedeniyle, belirtilen aylarda, avlanılması yasaklı balıklar grubuna dahil edilmesinin,
E) 04.10.201 ı tarihli raporumuzda ayrıntılı şekilde açıklandığı veçhile (Sayfa 6-“E” maddesi), İstanbul Boğazı’nın kuzeyde girişinden itibaren Sarayburnu arasındaki alanda, algarna ile midye avcılığının kesinlikle yasaklanmasının, bu avcılığın söz konusu “E. Maddesinde ayrıntılı olarak açıklanan yerlerde yapılmasının,
Ayrıca, düşünülenden daha karlı ve üretim maliyeti pek düşük olan midyenin, çok sayıda insana iş yaratacağı mümkün bulunmaktadır.
Bu meyanda, dünyanın en leziz ve ticari boyutu bakımından da en uygun ölçüde olmasından ötürü Marmara, Avşa, Ekinlik adaları ve Kapıdağ Sahilleri, her rüzgardaki mevcut uygun akıntısı ile, bu yöre, çok geniş doğal ve verimli bir midye tarlasıdır. Özellikle, Marmara Adasının kuzey kıyıları deniz seviyesinden dibe kadar olan 25-30 metrelik bölümündeki kıyılar tamamen beyaz mermer taşından oluşmuştur.
Bu mermer kayaların üzerinde yetişen midyelerin kabuklarının rengi de, mermerin beyaz rengi emerek, açık lila rengine dönüşmüştür. Bu özel renkli midyeler, Marmara Adasının, Saraylar köyünden başlayıp, batı yakasının sonuna kadar aynen devam etmektedir.
Yukarıda belirtildiği üzere, üretim masrafı yok denecek kadar az olan kültür midyeciliğinin, en fazla iki yıllık süreçte üretil erek, frigoferik tırlarla, Avrupanın tüm ülkelerinden gelecek taleple, ihracından elde edilecek döviz, devlete büyük katkı sağlayacaktır.
Bu gerekçe ile, Allah’ın bize nasip ettiği bu nimetin layıkıyla değerlendirilmesi bakımından, yetkili mercilerce girişimlere acilen başlanılmasının,
F) Türk ve Japon mühendislerince yapılan ve yedi yıl süren bilimsel çalışınalar sonucunda, ekonomik değeri yüksek olan kalkan balığının sun’i havuzlarda üretilebileceğinin kanıtlandığı ve özellikle Karadeniz’de çok iyi sonuç verdiği tespit edilmiştir.
Bu itibarla, Karadeniz’in rüzgara ve dalgaya korunaklı olan bütün elverişli koylarında ve yine Karadeniz kıyılarında Devlete ait olan müsait boş arazilerde planlanan yüzlerce havuzda, denizden içeriye doğru ve sirkülasyonu devamlı akacak şekilde açılacak kanallardan giren deniz suyu ile doğal olarak doldurulmak suretiyle kazılacak büyük ve geniş havuzlarda (Ek-13-14) yetiştirilecek kültür kalkanının, 3-4 yıl sonra başlayabilecek büyük miktarda ihracatla, önemli dövizin temin edilmesi kuvvetli muhtemel bulunmaktadır.
Ayrıca, devletin ciddi olarak ele alacağı bu konuda yapacağı yatırımla, gereken olgunluğa erişmesini müteakip, kalkan balığından beklenen semere alınmaya başlanacaktır. Bu takdirde, halen kilosu 100 Liraya satılmakta olan bu balık, erişeceği bolluk ve bereketi sayesinde, her sınıftan vatandaşın rahatlıkla alabileceği fiyatlarda satışa sunulacağına da emin bulunmaktayız.
Netice itibariyle, ulaşılacak sayısız faydaları nedeniyle, kültür kalkan balıkçılığının da zaman kaybedilmeden hayata geçirilmesi bakımından, tüm yetkili mercilerce icap eden atılımların gerçekleştirilmesinin,
G) 30.05.2012 tarihli raporumuzda önerildiği üzere, gerek, sabit dükkan sahiplerinin ve gerekse, pazarcıların, yasalara ve mevzuata aykırı olarak yaptıkları balık satışlarının önlenerek bunlar hakkında cezayi müeyyidlerini uygulanması bakımından, söz konusu raporun 4. Sayfasının dördüncü maddesinde önerilen “BALIKÇILIK FAHRİ MÜFETTİŞLİK” yönteminin, mutlaka sadece gözlemci statüsünde faaliyette bulunmak üzere, mutlaka ihdas edilerek, görevlendirilecek fahri müfettişlerin çalışmaya başlatılmasının,
H) Çok uzun yıllar, Devletin, vazettiği yasaları yok farz edip, kendi işlerine geldiği gibi bildiklerini okuyarak, aşın kazanç hırsıyla, balıkçılarımızın sorunsuzca yaptıkları avlanmalardan ötürü, düştüğümüz karamsarlıktan bir nebze olsun kurtulmak ve yardımlarını sağlamak amacıyla, Diyanet İşleri Başkanlığı’na gönderilen 13.04.2013 tarihli yazırnıza, (Ek-15) böyle bir makarna hiç yakışmayacak şekilde, olumlu veya olumsuz, bir cevap maalesef verilmemiştir.
Oysa, şimdiye kadar aşın kazanç hırsıyla, büyük tekne sahibi balıkçılarımızın yasalara aykırı sorumsuzca yaptıkları avlanmalarla, ekonomik değeri yüksek her cins balığınızın döllerini kurutmaları sayesinde! nihayet bu hale gelinmiştir.
İşte, bu davranışları nedeniyle, tüm halkımızın hakkını yemelerinden ötürü, balıkçılarımız, büyük günah işlediklerini maalesef algılayamamışlar ve halen de algılayamamaktadırlar.
Bu itibarla, son derece önemli, ciddi ve vahim olan bu konuda, muhterem Başbakanımızın icazetlerinin alınması suretiyle, Diyanet İşleri Başkanlığı‘nca müdahil olunarak, tüm camilerde bu yönde yapılacak dilli sohbetler ve Cuma günü hutbelerindeki etkin vaazlarla, balıkçılarımızın bu büyük vebalden arınmaları ve Yüce Allah’ın marifetlerine mazhar olabilmeleri için, vazedilen dM önerilere koşulsuz olarak harfiyen uymaları hususunda bilinçlendirilmelerinin, böylece, Devletin bu konudaki yasalarının daha etkin surette hayata geçirilmesinin,
I) Gerek tonaj ve gerekse, ebat bakımından emsallerine nazaran ve standartlara göre çok daha üstün meziyetlere sahip olacak şekilde donatılmış bulunan büyük balıkçı teknelerinin, hem, avlanma şartlarının ve hem de, standart normlarının belirlenmesi hakkında, ilgili Bakanlıklar ve Su ürünleri Genel Müdürlüğü yetkililerince, 30.05.2012 tarihli raporumuzun 7. ve 8. maddelerindeki tekliflerimizin arz ettiği önem ve ciddiyetine binaen, titizlik ve hassasiyetle üzerinde durulmasını faydalı görmekteyiz.
Ayrıca, diğerlerine kıyasla çok üstün vasıfları bulunan mezkur teknelerin kara sularımızda avlanabilmelerinin, ancak, yetkili makamlarca belirlenecek koordinatların dışında yapılmasına izin verilmesi, bu hususun da, söz konusu teknelere müferiden yazılı olarak tebligatta bulunulması gerekmektedir.
Bu bildirileri imza karşılığında tebellüğ eden teknelerin de, tebliğde açıklanan şartlara aynen ve koşulsuz olarak riayet etmeleri, buna uymayanlar hakkında ceza! Müeyyidelerin geciktirilmeden tatbik edilmesi zorunlu bulunmaktadır.
Bu suretle, yıllar yılı, bindikleri dalı kesercesine, şuursuzca avlanan balıkçı ağalarının zapt’ırapta alınması suretiyle, hem kendilerine, hem tüm balık türlerine, hem, bunlarla kıyaslanmayacak kadar ufak tekne sahibi olan meslektaşlarına ve hem de, topluma ika ettikleri kötülük ve zararın sona erdirilmesinin,
İ) Televizyonun bazı kanallarındaki programlarda, gastronomi ilminden haberi dahil olmayan kişilerce, yemek masasında yaptıkları saçma ve anlamsız konuşmalarla, sözüm ona, muaşeret kurallarına ait kelam ettiğini zanneden snopların, ve ayrıca, küçük yaştaki erkek çocuklara kötü örnek olacak niteliğindeki, bıyıklı, entarili, ellerindeki çengi zillerini çalarak bel kıvırıp, kalça atarak oynayan köçek rolündeki koca adamların yer aldığı ve toplumun hiçbir kesimine hiçbir yararlı katkısı bulunmayan bu tür programların, RTÜK tarafından yapılacak uyanlarla, mümkün olduğu kadar azaltılıp, bunların yerine, balık ve balıkçılık konusunda kişilerce, hatta, yerel veya Büyük Şehir Başkanlarınca, ilişikteki örnek olarak kaleme alınan yazıda belirtildiği veçhile (Ek-16), halkımıza, mümkün olduğu kadar doğru ve yararlı bilgilerin aktarılmasının,
J) 30.05.2012 tarihli raporumuzun 4. Sayfasında, Mayıs 2012 ayında, her biri iki üç kilo ağırlığındaki torik balıklarının, Karadeniz’de döllenmek için yaptıkları Anavaşya göçü sırasında, Beykoz’daki dalyanda büyük miktarda avlandığı ve yasaklı süreçte yakalanması nedeniyle, balık halinden geçirilmeksizin, gizlice İstanbul’daki balıkçılara intikal ettirilmek suretiyle satıldığı açıklanmış idi,
Bu kez, halen yürürlükte olan 2012/65 sayılı tebliğde, her iki boğazda da, kurulu bütün dalyanların 1 Nisan- 31 Ağustos sürecinde her türlü balığın avlanmasının kesinlikle yasaklanmış bulunduğunun sarahaten belirtilmiş olması muvacehesinde, tebliğ hükümleri uyarınca, dalyanların kapatılarak mühürlenmesinin, bu karara uymayanların mahkemeye sevk edilmesinin,
Faydalı ve gerekli olacağı huşundaki düşüncelerimi arz ediyorum.
Bu meyanda, yukarıdaki bölümde açıklanan önerilerimizden umut edilen yararların sağlanabilmesi için, önemli bir şartın mutlak surette yerine getirilmesi gerekmektedir.
Bu da, YAPTIRIM’lardır. Çünkü, yasaklar, yazılı oldukları sayfaların üzerinde hareketsiz kalır ve bu yasaklar, sayfalardan çıkıp, denizdeki balık avlayan teknelerin içine girmez, balık hallerinde dolaşmaz ve balık satan esnafın tezgahlarındaki balıkiara başım bile çevirip bakmaz ise, caydırıcılığı olmayan bu yaptırımlar la, şimdiye kadar olduğu gibi, bundan sonra da, düşünülen olumlu neticeye ulaşılması asla mümkün olmayacaktır.
Netice itibariyle, 35 yıldan daha uzun bir süreçte, Devletin vaz’ettiği yasaları hiçe sayarak kendi işlerine geldiği gibi bildiklerini okuyarak sorumsuzca avlanmak suretiyle ekonomik değeri yüksek her tür balığın döllerinin göz göre göre kurutulmasının büyük ölçüdeki vebali, aşın para kazanmak için adeta, terör estirerek avlanan balıkçı ağalarına ait bulunmaktadır.
İşte bu nedenle;
1- Denizde:
A- Denizlerimizdeki yasaklı bölgelerde ve yasaklı süreçte avlarken yakalanan trol, gırgır ve algarnacıların,
B- Avlanmanın serbest bulunduğu süreçte de olsa, yasada belirlenen limitlere uygun olmayan veya ölçüleri daha küçük olan istihsal araçlarını kullananların,
C- Tebliğde belirtilen ölçüden ve döllenme boyutlarından, küçük olanlar ile, karınlarında milyonlarca yumurta taşıyan balıkları avlamaları sırasında yakalananların,
Sahil Güvenlik veya Emniyet güçleri botlarınca yedeğe alınarak en yakın askeri üsse getirilip, on beş gün süreyle avlanmaktan men edilmesi, müteakip seferde yasa veya yönetmeliğe aykırı şekilde avlanırken tekrar yakalanması durumda ise, sorumlunun mahkemeye sevki ve teknenin de üç ay süreyle bağlanması,
2- Balık hallerinde;
a) Yukarıdaki birinci maddede belirtilen, hususlara aykırı olarak avlanılan, fakat, bir şekilde yetkililerin atlatılması suretiyle balık haline getirilen balıkların, burada kontrolle görevli yetkililerce sıkı bir denetimden geçirilerek, yasa veya mevzuata aykırı olanların tespitinde, balığı getiren tekne sorumlusu hakkında takibatın yapılarak, yukarıda birinci maddede belirtilen cezai müeyyidenin aynen uygulanması,
b) Yasaklı balığın, hangi şekilde olursa olsun, gerekli denetimi yapmayan balık halindeki, sorumlu görevlilerin tesbiti ile haklarında soruşturma açılması, kusurluların, bilerek ve kasıtlı şekilde görevlerini kötüye kullandıklarının kanıtlanması halinde, bu kişiler hakkında da idari ve cezai işlemlerin uygulanması,
3- Balıkçılarda ve pazarcılarda;
Boy veya zaman bakımından, yasaklanmış olan herhangi bir balık türünü balık halinden alıp tezgahlarında satan balıkçılar hakkında, yasaya aykırı hareket eden balıkçılarla aynı suça iştirak etmiş olmalarından mütevellit, ilk defaya mahsus olmak üzere, iş yerlerinin bir hafta süreyle ticaretten men edilmesi, tekerrüründe ise, yetkili mercilerce hakkında vazedilecek daha ağır cezaların, geciktirilmeden ve müsamaha gösterilmeden, aynen uygulanması,
Pazarcılar için ise, satışa sunduğu yasaklı balığa zabıta marifetiyle el konularak, bu hususta 13 80 sayılı yasada yer alan müeyyidenin uygulanması, tekerrüründe ise mahkemeye sevk edilmesi,
Hususunda, belirtilen yaptırımların, aynen ve eksiksiz olarak uygulanması mutlak gerekli bulunmaktadır.
Ancak, bu cezai işlemlerin uygulanmasında genel ve zorunlu bir prensip olarak, aynen, “İngiliz gibi başlayıp, İngiliz gibi devam edilmesi” yöntemine uyulması elzem bulunmaktadır. Aksi takdirde, yani, başlarken titizlik ve ciddiyetle hareket edip daha sonra, kontrol ve yaptırımlara karşı sızlanmalar ve şikayetler dolayısıyla, daha önce olduğu gibi, yasalara aykırı avlanmalara yine göz yumulup, görmemezlikten gelmeye başlandığı takdirde, telafisi mümkün olmayan bir sürece girilir ki, bu sefer, yağma, talan ve terörü durduracak hiçbir güç yeterli olamaz.
Ekonomik değeri yüksek, kalkan, lüfer, lagos, kılıç, palamut, torik, kefal, fener ve diğer tüm balıklarımızın, yukarıdaki bölümlerle açıklanan avlanmalar ve satışlarından ötürü, döllerinin kurututmasına sebebiyet vermeye hiç kimsenin hakkı yoktur.
Nitekim, Kur’an-ı Kerim’in Nisa Suresinin bir ayetinde açıkça görüleceği üzere,” Yüce Allah, herşeye ölçü koyan, koyduğu ölçüye de sahip çıkandır.” hükmü mevcuttur. Bu ayete aykırı olarak, aşın para kazanmak hırsıyla üç beş büyük balıkçı ağasının, yasaları hiçe sayıp, teamüllere, kurallara aykırı ve ölçüyü aşan şekilde avlanmaları suretiyle, balık popülasyonuna indirilen büyük darbe sonucunda bu hrue gelinmiştir.
Bu itibarla;
Sonuç ve öneriler bölümünden başlayarak buraya kadar yaptığımız tahrifi sohbet şeklinde algılanabilecek, fakat, gerçekten çok önemli olan bu önerilerimizi muhtevi konuların ve bilhassa, yaptırımların, bir kitapçık haline getirilerek bastırılması suretiyle yetkili ilgili bütün mercilere ve balıkçılara dağıtılması elzem mütalaa edilmektedir.
Ayrıca, bu kitapçıkta yer alan konu ve yaptırımların, hem devletin ve hem de özel TV kanallarında çok sık ve asgari bir ay süreyle yayımlanması, gazetelerimizde de uygun sayfalarında dikkati çekecek şekilde neşredilmesi suretiyle, balık neslinin korunması keyfiyetinin, bu kez ne kadar ciddi tutulacağının, üzerine basa basa, belirtilmesi son derece faydalı olacaktır.
Şu hususu da bilhassa tebarüz ettirmek isterim ki, söz konusu önerilerimizin aynen yerine getirilmesi ve yaptırımların da, aynen uygulanması halinde, cezaya maruz kalacak tekne sahibi balıkçılar ve yasaklı balıkları tezgahlarında satan balıkçılar, bir daha asla bu tür davranışlara tevessül etmeyeceklerdir. Zira, yaptırımlar ne kadar etkin ve caydırıcı olursa, yasalara aykırı mükerrerlik de o ölçüde azalır, hatta, hiç olmaz.
Bu itibarla, örneklerini verdiğim, Portekiz, Kuzey Denizi ülkeleri, Yunanistan, ve diğer gerçek denizci gibi denizcilik ve balıkçılık yapan ülkeler, uyguladıkları yasa ve yaptırımlar sayesinde, çok uzun süreçte balığın bereketini halen devam ettirmekte nasıl başarılı olmuşlar ise, bizim de mutlaka ve kesinlikle, aynı şekilde hareket etmemiz gerekli bulunmaktadır.
Muhterem Bakanlarım;
Bu kapsamlı konuda yetkili bulunduğunuz görevden doğan sorumluluğa müdrik bireyler olarak, çok önemli olan mezkur davaya bulunacağınız olumlu müdahale ve katkınız karşılığında, Yüce Allah‘ın nasip edeceği uhrevi nimete erişeceğiniz de bedihidir.
Kutsal bir konu olarak addettiğim bu davada, başından itibaren serdettiğimiz önerilerimizin, muhterem Başbakanımızın takdir ve tasviplerine sunularak onaylamasının temini suretiyle, balıkçılığımızın, gelecekteki olumlu gelişmeleri ve yararları bakımından, bir DEVRİM olarak nitelenecek mutlu sürecin başlatılacağından emin bulunmaktayım
Netice itibariyle;
2013 Mayıs ayından itibaren başlatılacak ve aynı etkinlikle her daim devam ettirilecek olan DEVRİM sürecinde, çocuklarımız, torunlarımız, yani tüm gelecek nesillerimiz, önerilerimizde belirtilen yaptırımların, asla taviz verilmeden, sizin tarafınızdan dirayet ve basiretle gerçekleştirilmesi sayesinde, balığın bolluk ve bereketine mutlaka kavuşacaklardır. Bu suretle, kendilerine bu nimetin ve bereketin sağlanmasına vesile olan sizleri, ilanihaye minnet ve şükranla anıp, ulvi dualarına mazhar olacağımıza emin bulunarak, sevgi ve muhabbetlerimi sunar, esenlikler dilerim
Gazanız mübarek, kaleminiz keskin, balığınız bol, başarılarınız daim DEVRİM’iniz hayırlı ve ebedi olsun.
Orhan Başar
Deniz Nakliyat T.A.Ş.
Emekli Başmüfettişi
Balık Adam(Scuba) Eğitmeni