50 yıl kadar önce Ege Denizinde, Çeşme’nin güneyinde, yerine göre 3-4 mil boyunda ve yaklaşık 16 mil eninde, başka bir eşi olmayan çok büyük bir doğal resif alanına sahip bulunduğumuzu, süngercilerden öğrenmiştim. O günlere kadar bu sulara, paragat ve uzatma ağı herhalde atılmamıştı. Sünger kangavaları bile mercan resifleriyle kaplı bu alanın çok büyük bir bölümünde çalışamıyorlardı. Zamanın trolleri ise bu alana hiç girememişlerdi. Ben 1960 da Amerika’dan getirttiğim yalnız derinliği gösteren bir sonar aygıtıyla bu alanın çevresini incelemeye başladım. Bu alanın üst sınırının derinliği 58 kulaç (1 kulaç= 1,82 m) kadardı. Bu üst sınır 70-90 derecelik dik bir uçurum (resta) halinde birden 90 kulaç derinliğe eriştikten sonra deniz dibi, çok az bir açıyla derinleşmeye devam ediyordu. Bu sınırda paragatla çalışılabilirdi. Nitekim kalın dirençli Japon naylon ipliğinden yaptığımız paragatlarla çok zorlanarak bu sularda çalışmaya başladık. Bu açık sulara 9 metre boyundaki tırhandilimin arkasında yedekte çektiğim 5,60 metre boyundaki motorlu ikinci bir sandalımla birlikte çıkıyorduk. Paragatları atmaya başlanırken, sandal ilk kabağın başında bekliyordu. Paragatları ben, sandaldan ayakta kaldırıyordum. Zaten son derece yorucu olduğu için, benden başka paragatları kimse kaldırmak istemiyordu. Ancak alınan verim her eziyete fazlasıyla değerdi. İkinci Dünya Savaşı sırasında Almanlar Yunan Adalarını işkal etmiş, Ege Denizinde balıkçılık o yıllar içinde hiç yapılmamıştı. Böcek tipi ıstakoz, barbun, fangri, sinavrit, mercan, dülger balığı, orfoz, grida, adabeyi gibi çok değerli deniz ürünleri, adeta bu mercan kayalıklarından oluşan alanda, bir akvaryum oluşturmuştu. Çok büyük bir balık rezervi bulunduğundan, paragat yemlerini büyük balıklar küçük balıklara bırakmıyorlardı, 20 yıldan beri paragatla çalışıyordum. Bu denli bir bereketle hiç karşılaşmamıştım. Paragat kalkarken arkaya arkaya birçok iğnede mavi parlak pırıltılarıyla balıklar sıralanıyordu. Mercan balıklarının çoğu 1 kg’ın üstündeydi. Bazı fangri ve sinaritler kepçeye zor sığıyordu. Bazen paragata tutulmuş daha küçük bir balığa saldırarak yutmuş 3-4 kiloluk bir dülger balığı geliyordu. Gelen ıstakozlar da 1,5 kg’ın üstündeydi. Ağ atamadığımız için barbunların durumu hakkında bilgimiz yoktu. En büyük sorun paragata kırmızı renkte 5 kg’dan ağır mercanlardan oluşan kayalarının takılmasıydı. 60 kulaç derinlikten balıklarla birlikte bu mercan kitlelerini kayığa çekmek çok yorucu oluyordu. Bu açık sularda akıntı ve rüzgar olduğu zaman paragatlar resif dışına, derin düz diplere düşünce Camgöz köpek balıkları dışında başka bir tek balık bile çıkmıyordu. Ne yazık ki her hafta sonu bu alanlarda avlanacak kadar sakin havayı çoğunlukla bulamıyorduk. 1971 de Japon Furuno marka deniz dibinin röliefini kağıda çizen ilk echosounder elime geçince bu resif alanını incelemeye başladım. İlgimi çeken önemli bulgu, bu mercan resifleriyle kaplı alanı kıyıya paralel olarak enine bölen değişik derinliklerde ki 3 uzun resif terasının bulunmasıydı. Düz bir çizgi halinde ilerlemeyen bu teraslar 3-5 kulaçlık restalar (uçurumlar) halinde bir sonraki terasa inmekteydi. Büyük olasılıkla bunlar antik deprem faylarıydı. Akıntısız ve sakin havalar da bu restalara da echo-sounder denetiminde paragat atılabilirdi. Bir mermer atölyesine ortasına delik açtırdığım 5 cm çapında yuvarlak mermerler yaptırdım. Dirençsiz ince bir ipe bağlattığım bu mermerleri, echosounder denetiminde paragat atılırken, 30-40 iğnede bir paragata bağlattım. Bu beyaz mermer parçaları, paragatın tam yerine düşmesini sağladığı gibi ayrıca balıkların da ilgisini yeme doğru çekiyordu. Paragat kaldırılırken takılırsa, kayık açığa doğru ilerletilerek paragat resta dışına doğru yöneltildiğinden kopmadan kaldırılabiliyordu. Bu taktiği zaten üst sınırda çalışırken ilk defa denemiş ve başarılı olmuştuk.

Geçen yıllar içinde ilerleyen teknolojiyle troller saç teknelere dönüştürüldü.

Bunlara çok güçlü dizel motorlar yerleştirildi. Hidrolik çıkrıklar geliştirildi.

Özellikle sürüklenen ana torbalarının dışına kalın yüzen naylondan yapılı koruyucu ikinci bir torba yerleştirildi. Torba önüne draganaları ezerek kıran ağır kapılar, aralarına ise kalın zincir kondu. Echosounder yönetiminde bu troller, öncelikle Marmara Denizi’ni tükettiler. Bu durum Bandırmalı ıstakoz avcılarını, çok olumsuz etkiledi. Bizim yöremize gelmeye başladılar. Her tekne 2-3 kilometre çok kalın açık gözlü tek perde ağ attığı için çok geçmeden bu eşsiz ulusal hazinemizi buldular. Istakoz dışında çok büyük balıklar da tuttular. Bazıları ıstakoz avının süresinin kısa olması nedeniyle teknesini trole dönüştürdü. Marmaralı trolcular da durumu öğrenince hepsi Alaçatı’ya geldiler. O dönemde henüz Alaçatı Marinası yapım halinde bulunduğundan daha özel sektöre devredilmemişti. Benim teknemin her iki yanına sırayla bağlandılar. Bir daha da hiç ayrılmadılar. Önce tüm troller draganalık alanın üst sınırında yan yana dizilerek torbalarının parçalanmasını göze alarak, yokuş aşağı açığa doğru çalışmaya başladılar. Her sefer dönüşü torbalarının tamiri akşama kadar bitmiyordu. Ertesi akşam yedek torbalarını kullanmak zorunda kalıyorlardı. Tuttukları balıkları sabaha karşı gizli çıkardıklarından göremiyorduk. Ancak bir gün içlerinden bir trol kaptanı, marinaya girmeden önce, tuttukları şahane balıkları, heyecanla izlerken şimdi sörf yapılan İpsilama sığ kumluğuna teknesini oturtmuştu. Sabah trolcü arkadaşları teknesini yüzdürürken bir balıkçı arkadaşımız tutulan balıkları görebilmişti. Bandırmalı trollerin bu çalışma düzeni yıllarca sürerken, en kaliteli deniz ürünlerimizin ürediği ve barındığı bu eşsiz mercan resif alanı, gün geçtikçe yıpranarak tükeniyordu. Katıldığım her balıkçılık toplantılarında ve değişik yetkili bir çok kişilerle yaptığım bireysel konuşmalarımda, bu alanın sürükleme ağlarına yasaklanmasının önemini ısrarla bildiriyordum. Maalesef hiçbir olumlu sonuç alamadım. Bandırma trollerinin Alaçatı da sürekli kalabilmeleri, Alaçatılı balıkçıların genelde temiz kalpli, sakin ve hoş görülü olmalarına bağlıydı. Örneğin, Sığacık veya Bodrum gibi yörelerde sürekli barınamazlardı.

Altını çizerek bir açıklama yapmak istiyorum. Ben kuzeyden gelen bu trolculere ne kızdım, ne de onları suçladım. Zaten eski Bandırmalı trolcuların birçoğu beni tanır ve severlerdi. İçlerinden birini de eski yıllarda ameliyat ederek kanserden de kurtarmıştım. Ellerine çalışma ruhsatı verirseniz, alt sınırı 3 milden başlayan bu doğal resif alanında, torbalarının sürekli yırtılmasını da göze alarak istedikleri kadar çalışabilirler. Ancak Su Ürünleri Sirkülerlerinde bu alan, sürükleme ağlarına yasaklanır ve trollerde bu alanda kaçak olarak çalışmalarını sürdürürlerse, işte o zaman suçlu duruma düşerlerdi. Ayrıca toplumun değişik kesimlerinde de görüldüğü gibi yakalandıkları takdirde hak edecekleri cezayı peşin göze alarak yasa dışı, dinamitle, sürükleme ağlarıyla ve gece ışıkla dalarak balıkçılık yapanlarda bulunmaktadır. Bu balıkçıları gerekli yeni rasyonel yönetmenliklerle çok sıkı denetime alarak caydırmak ilgili yöneticilerin görevidir. Değişik nedenlerle, ülkemizde bu sorun henüz yeterince çözümlenememiştir. 15 yıl öncesine kadar, bu resif alanımız hala yeterli balık rezervine sahipti. Mercan resiflerinin önemli bir bölümü sürükleme ağları tarafından kırılıp ezilerek azaldıkça kıyı balıkçıları da takımlarını daha kolay kaldırmaya başlamışlardı. Hatta Sığacıklı ve Bodrumlu bazı balıkçılar bile yolun uzaklığına katlanarak bu alana geliyorlardı. 5-6 yıl önce acı son gerçekleşti, bu paha biçilmez koskoca resif alanında, balıkların barınmasını ve üremesini sağlayan mercan tepeleri, tümüyle ezildi, resif teraslarının ve büyük yarıkların çoğunluğu kayboldu, o muhteşem ulusal servetimiz de yok oldu. Canlarını kurtarabilen balıkların bir bölümü, trollerin ezemediği birkaç masif kayalığa sığındı. Geri kalan diğer bir bölümü de üreyip barındıkları yerler yok olunca, büyük bir olasılıkla karasularımızı terk ederek uluslar arası çok daha açık sulardaki bangoslara yerleştiler. Ben bu uluslararası sularda hiç balık avlamadım. Ancak sürat tekneleriyle orkinosa sırtı çeken bazı arkadaşlarım, son yıllarda, eski yıllarda hiç rastlamadıkları, tam donatımlı büyük yunan balıkçı teknelerinin bu açık bangoslarda artık sık sık çalıştıklarını görmeye başlamışlardı. Aslında önlem basitçe alınabilirdi. Örneğin hiçbir özelliği olmayan Sığacık Körfezi trollere nedense yıllarca yasaklandı. Esas bu ulusal hazine alanımız trolle yasaklanmalıydı. Bu alanı koruyabilseydik, draganalık çok daha yoğunlaşıp gelişeceği için, belki balıkçılar takımlarını ancak alanın dış çevresine atabileceklerdi. Buna karşın günümüzün modern Jig yöntemiyle güle oynaya her balıkçı, hiç masrafsız kolaylıkla en yoğun dik resiflerin üstünde istedikleri kadar selektif balıkçılık yaparak kaliteli büyük balıklar tutabileceklerdi. Genç balık nesillerine üreme şansı tanımış olacağı gibi. Ülkemizin bu muhteşem hazinesi de korunacak, hatta daha da zenginleşecekti.

4 Ağustos 2004 ve 20 Haziran 2005 yıllarında yapılan Balıkçılık toplantılarında Çeşme Su Ürünleri Kooperatifleri adına söz konusu olan bu resif alanımızın sürükleme ağlarına yasaklanarak dinlendirilmesi için Su Ürünleri Müdürlüğümüze başvuruda bulunduk. 2011 Nisan ayı başında Dokuz Eylül Üniversitesi Deniz Bilimleri Enstitüsü Başkanı Sayın Prof. Dr. Doğan Yaşar’dan aldığım bilgilere göre, doğal resif alanlarının özel bir yapıları bulunduğu ve sürükleme ağlarından yeterli bir süre korunurlarsa kendilerini toparlayarak eski hallerine dönüşebileceklerini öğrendim. Bu müjdeyi alınca 28 Nisan 2011 de Alaçatı Su Ürünleri Kooperatifimiz, bu teklifimizi Tarım Gıda ve Köy İşleri Bakanlığımızın Su Ürünleri Koruma ve Kontrol Başmüdürlüğüne, benim yazmış olduğum ayrıntılı bir raporla 3 üncü defa başvurdu. Bu 3 başvurumuza da hiçbir yanıt verilmemiştir. Bu konu bazı yönleriyle beni aşmış olsa bile, beni çok üzen bir konu olduğu için, izninizle kişisel düşüncelerimi sizlerle paylaşmak istiyorum. Bir Su Ürünleri Fakülte öğretim üyesiyle sürekli iletişim içinde bulunmam nedeniyle, yıllık Su Ürünleri Sirkülerinin hazırlandığı toplantılara, bazen Su Ürünleri Fakültelerinin temsilci öğretim üyelerinin çağırılmadığı biliyordum. Bu yıl daha toplantı yapılmadığından, Su Ürünleri Fakülteleri temsilci öğretim üyelerinin bu sefer toplantıya davet edilip edilemeyeceklerini henüz bilen yok. Aslında ülkemizin yıllık balıkçılık için yasaklanacak bölgeler gibi diğer birçok ayrıntıların, ülkemizin bu konuyla ilgili bilimsel kuruluş temsilcilerine danışılarak ortak saptanması, sorumluluklarının paylaşılması açısından önem taşıyacağı gibi, yapılabilecek bazı eleştirileri de önleyecektir.

Büyük zararlara yol açan motor gücüyle çalışan kıyı ığrıplarının yasaklandığı 1998 yılında, trol yasağı 3 milden 1,5 mile düşürülmüştü. Yunanistan’la aramızda olan kıta sahanlığı sorunlarını yakından ilgilendiren bir konu olduğu için önemliydi. Ancak 16 yıl önce alınmış bu karar Ege Denizi kıta sahanlığı sorunlarımızı ilgilendiren tüm kuruluşlarımızın temsilcileriyle birlikte alınmış ortak bir karar mıydı, değil miydi bilemiyorum. Bu karara gerekçe AB’nin Akdeniz de trol yasağını 1,5 mil olarak belirtmesiydi. Diğer denizlerimiz için rutin toplantılarda her türlü kararlar alınabilir, ancak Ege Denizi kıta sahanlığımızı ilgilendiren bir kararın ilgili tüm kuruluş temsilcilerinin görüşleri alınarak verilmesi ve bu kararın ulusal çıkarlarımıza hiç bir zaman ters düşmemesi gereklidir. Trol yasağının 1,5 mile indirilmesi, kıyıları çok derin çamur olan yalnız Akdeniz’de uygulansaydı, kimse itiraz etmezdi. Ancak Yunanistan’la kıta sahanlığı anlaşamazlığı sorunlarımızın dışında, Ege denizi jeofizik yapısı, içerdiği doğal resif alanları ve bangoslarıyla Akdeniz’den çok farklı bir denizdir.

Bilindiği gibi dış ülkelerde trollere ancak gündüz çalışma izni verilmektedir. Uzun yıllardır direklerine AİS aygıtı yerleştirildiğinden tüm hareketleri modern donatımlı bir merkezin ekranından sürekli kontrol altında tutulmaktadır. Günümüzün zor koşulları altında inşallah olanak oranında erken bu eksikler giderilir ve trollerimize AB uyum yasası uygulanır. Bunun dışında başka bir çözüm görülmemektedir.

Ben 85 yaşındayım, 1970’li yıllardan sonra sürekli Çeşme’nin Güney sularında çalıştığım için, Alaçatı açıklarının geçmişinden günümüze kadar geçirdiği değişiklikleri çok iyi bilen son kişiyim. Bu nedenle bu yazdıklarımı sizlerle paylaşmak istedim. Bekli de bu son yazım olacaktır. Denize olan çok aşırı tutkum nedeniyle, ömrümün önemli bölümü denizde geçti. Yaşam boyu profesyonel takımlarla balık tuttum. Ancak balıkçılığın hiç ticaretini yapmadığım gibi hiç bir kazanç da sağlamadım. Gözlem ve deneyimlerim arttıkça izlediğim olumsuzlukları, ilgili kuruluşlara her fırsatta ileterek ülkemizin çıkarlarını daima korumağa çalıştım. Ancak hiç başarılı olamadım. Nedense ülkemizde büyük birikim ve deneyim sahibi olsanız da, bireysel görüşlerinize ne değer veriliyor ne de saygı gösteriliyor. Ben bir doğa hayranıyım tıp, denizcilik, balıkçılık, spor, müzik ve avcılık dışındaki konularla hiç ilgilenmediğim gibi herhangi bir yorumda da bulunmadım.

Gölleri ve büyük nehirleri dışında yaklaşık 8400 kilometre deniz kıyısı bulunan ülkemizde, genç yaşlardan başlanarak özenle yetiştirilecek uzmanların yer alacağı özerk bir Balıkçılık Bakanlığımızın, ilerde bu sorunlara çözüm getirebileceğine inanıyorum.