TÜRKLER VAVILOV’DAN NELER ÖĞRENDİ, DERSİNİZ?
Bayram ÖZTÜRK
Gastro 71 Ekim-Kasım-Aralık 2013
Anadolu coğrafyası jeolojik geçmişine uygun olarak birçok farklı iklimi, topografyayı ve tür çeşitliliğini barındırır. Bu tür çeşitliliği içinde hayvan ve bitki çeşitliliği en büyük biyolojik sermayedir ve her sermaye gibi büyümesi ve sınırları vardır. Biyolojik sermaye bütün canlı türlerini içerir. Öyle ki, hiç dikkat çekmeyen bir bitki türünden insanlık için örneğin ilaç amacıyla yararlanırken bir başka tür, örneğin buğday neredeyse insan türünün ortaya çıkmasından beri besin olarak kullanılmaktadır.
Bitki genetik zenginliği açısından Türkiye olağan üstü bir konuma sahiptir. Bunu sağlayan ise ülkenin jeomorfolojik yapısı olup bitki ve hayvan gen zenginliği bakımından dünyanın önemli gen merkezlerinden biridir. Meşhur İngiliz botanikçi Davis1 Flora of Turkey isimli kitabında 902 bitki türünden %20’sinin endemik olduğunu yazar. Endemik türleri n başında ise Doğu ve Güneydoğu Anadolu ‘da bulunan türler gelmektedir. Demir2 Harlan’a atıfla ülkemizde 5 önemli mikro gen merkezi olduğu ve bunların Trakya-Ege özellikle buğday bakımından, Güneydoğu Anadolu başta fasulye, mercimek ve nohut, Samsun-Tokat arası mercimek, baklagil ve yem bitkileri, Kayseri civarı; elma, badem, armut, meyve türleri ile Ağrı civarını elma, kavun, kayısı gibi türler için önemli olduğunu belirtmektedir. Güner ve arkadaşları3 ise ülkemizde toplam 97S3 bitki türü olduğunu ve bunların 303S’inin endemik olduğunu belirtmektedirler.
Kaya ve arkadaşlarına4 göre, Türkiye buğdayın 23, arpanın 8, çavdarın 4, yulafın 6 yabani akrabasına ait önemli gen kaynaklarını barındırmaktadır. Ayrıca, meyve sebze bakımından da zengindir. Örneğin armudun 10, kirazın 8, eriğin 4, bademin 12, marulun 7, havucun 4 ve soğanın 43 yabani akrabası bu topraklarda bulunur. Hayvan gen kaynakları da bundan aşağı değildir. Bu nedenle, bütün dünyada önce doğa bilimciler sonra ise biyolog ve genetikçiler hala devam eden tohum konusuna çok önem verdiler. Tohumun dünya beslenmesindeki ve ekosistem çeşitliliğindeki yeri kavranınca yeni arayışlara girdiler. Örneğin Norveç’in Svalbard Adası’nda küresel tohum bankasının kurulmasının temelleri buraya dayanmaktadır. Bu tohum ban k asında beş yüz binden fazla tohum ve genetik malzeme saklandığı bilinmektedir. Amerikalı siyaset adamı Henry Kissinger bir yazısında, “Eğer gıdayı kontrol ederseniz nüfusu kontrol edersiniz .” diyerek gıda güvenliliğinin önemine bir kez daha atıf yapmıştır.
Sovyet tarım bilimcisi Vavilov, geçtiğimiz yüzyılın değeri anlaşılamayan büyük tarım genetikçilerinden biriydi; ama kendisiyle ilgili tartışmalar devam ediyor. 26 Ocak 1943 yılında Sovyetler Birliği hasta hapishanesinde açlıktan ölürken sadece SS yaşındaydı. Esasen Avrupa’da Hitler genetik bir gerekçe olarak üstün ırk hayalleriyle insanlığı felakete sürüklerken Stalin ise Lysenko isimli başka bir tarım genetikçisiyle Sovyet devrimine adeta genetik bir gerçeklik kazandırmaya çalışıyordu. Buna karşı olan ise Vavilov’du ve o Vavilov ki, dünyada bulunan sekiz gen kaynağının merkezleri arasına Yakın Doğu ve Akdeniz’i de koyuyordu ve bu alanlar içinde Türkiye tam bir kesişme bölgesi oluşturuyordu. Yani, Anadolu dünyanın en önemli bitki genetik merkezlerinden biriydi.
Kayısıdan incire, nardan buğdaya yulaftan sağana kadar birçok tür yerli türlerdi. Bu gerçeklik ülkemizde çok uzun yıllar sonra anlaşılmaya başlandı.
Vavilov birkaç Avrupa lisanını iyi konuşan, çalışkan ve yüzlerce makale yazan biriydi; ama daha çok kuramsal çalışmalara meraklıydı, en kötüsü de Stalin’i desteklemiyordu ve sorun burada başlıyordu. Çünkü birçok Avrupa ülkesinden topladığı tohumların çaprazlanmasında ve seçiminde daha seçici davranırken, Stalin’in desteğini alan Lysenko tarımsal üretimi artırmak için “vernalizasyon ” denilen bir teknik kullanarak yüksek verim ve üretim vaat ediyordu. Üstelik politik iklim nedeniyle Stalin’in desteğini de almıştı. Biyopolitik hırsları için zamanlama ve konjonktür buna çok uygundu. Lysenko’nun fakir bir Ukraynalı aileden gelmesi, Sovyet tarım ve bitki araştırmalarında rejimi mutlu edecek zaman zaman da başarılı çalışmalar yapması rejim tarafından dikkatle takip ediliyordu. Bilimsel olarak daha pratik ve rejimin günlük beslenme, başta da orduyu besleme konularına kafa yararken birçok buğday türünün de çaprazlama deneyleri ve ıslahını yapıyordu. Benediktov’a göre Kavkaz, Avrora ve Bezostaya-1 gibi yeni türleri selekte ederek Sovyet tarımına başarılı hizmetlerde bulunuyordu. İşte, Vavilov ile Lysenko arasındaki bilimsel ve ideolojik savaşı Lysenko kazanınca Vavilov ‘a da hapishane veya hastane/hapishane karışımı bir yerde cezasını çekme yolu göründü. Zaman içinde Vavilov birçok suçtan yargılandı. Bunlar arasında hibritleme, sistematik tür toplama, alttürler gibi sorunları göz ardı etmesi, eski Mendel teorilerinin içinde boğulmak, faşistlerle işbirliği yapmak, sabotaj ve devlet parasını gereksiz işlerle kullanmak, İngiltere için casusluk, sağcı örgütlerle işbirliği ile Sovyet tarımına sabotaj da vardı. Nihayet 1940 yılında Ukrayna’da bir araştırma gezisindeyken tutuklandığını öğrendi. Önce Moskova, daha sonra ise Saratov Hapishanesi ‘ne tıkıldı. 1943 yılında ölene kadar orada kaldı. Araştırmalar sırasında 40 kadar ülkede bitki ve tohum toplayıp enstitüye getiren Vavilov ve öğrencileri ikinci Dünya Savaşı’nın en zor günlerinde bile tohumları saklayarak korumasını bildiler. Adını taşıyan Sen Petersburg’taki enstitü halen dünyanın en önemli genetik materyallerini barındırır, diyor James Crow Vavilov ‘u anlatırken.
Acaba Anadolu’yu gen merkezinin içine yerleştiren Vavilov’dan biz neler öğrendik Kışlalıoğlu ve Berkes5 Biyolojik Çeşitlilik isimli kitaplarında Cumhuriyet döneminde başta İstanbul Yeşilköy ‘de kurulan yüksek ziraat okulunda ve tahıl, baklagil ve endüstri bitkileri olmak üzere 50.000’den fazla tohum örneğinin toplanıp muhafaza edildiğini yazar. Daha sonra, Menemen’de kurulan gen merkezi de tohum bankası işlevini görür. Cumhuriyetin ilk dönemlerinde bu konu gündemde yer alır. Çünkü hayvan ve bitki genetik kaynakları biyolojik çeşitlilik sözleşmesinin bir parçası olduğu kadar bizim yani Türklerin de bir parçası olduğu anlayışıyla hareket edilir. Ama daha sonra bu konu politik konjonktüre uygun olarak gündemin alt sıralarına yerleşir. Türkiye gibi adeta dev bir gen bankası olan ülkede bu konudaki yayınlar da çok azdır. Bu konuları çalışan biyolog, botanikçi ve tarımcı sayısı ise çok düşüktür. Tabii, hayvan gen kaynakları konusu da ihmal edilmiştir. Örneğin bu dönem içinde devlet üretme çiftlikleri ya kapatılır veya küçültülür. Yerinde koruma konusu ciddiye alınmaz. Anadolu’ya gelen Türklerin binlerce yıllık besinini sağlayan bitki veya hayvan türlerinin yok olması karşısında sadece üzülmeli miyiz? Bence daha fazlasını yapmamız lazım. Anlaşılan o ki, Anadolu sadece arkeolojik veya kültürel bir hazine içermiyor, aynı zamanda biyolojik hazineler de içeriyor ki, biz bunun acaba ne kadar farkındayız? Bu konudaki ulusal bilinci geliştirmek için sıkı koruma önlemlerinin şart olduğunu da söyledik6. Nesli azalan türleri yerinde, üreterek veya belli şartlarda dondurup depolayarak gelecek kuşakların gıda güvenliğinin sağlanması için bırakmak lazım. Aklıma, acaba biz neden bu kadar zengin tür çeşitliliği olan bir coğrafyada Ağrı veya Cilo Dağlarında bir tohum bankası kurup olası bir felaket halinde bütün Orta Doğu’ya bu genetik mirası tekrar dağıtmak için bir plan yapmıyoruz sorusu geliyor. Çünkü tohum, tarım başladığından beri yok olan bir maddedir ve bu karmaşık coğrafyada, olası büyük krizlerde Orta Doğu’da bunu koruyup gerekli şekilde bölge ülkelerine verecek bir başka ülke bence yok. Ama bu bankaya katılım gönüllülük temelinde olmalıdır. Diğer yandan, tohum çevresel koşullara çok bağımlıdır. Yani iklim değişikliği, yangınlar, kirlenme vs. nedenlerle yabani ve endemik türler hızla azalmaktadır. Bu gerçek bilindiği için son zamanlarda tohum üretimi, dağıtımı ve satışı üzerinde büyük tartışmalar devam etmektedir. Birçok çok uluslu şirket yıllar önce bu konulara yatırım yaparak ön alma stratejisini de başarıyla uyguladı.
Tohum gibi insanlığın ortak bir mirasının büyük şirketler tarafından genetik yapısı bozularak veya saf halde patentlerinin alınması, çalınması, hatta yerel pazarlarda bölgesel türlerin tohumlarının satışının engellenmesi veya tüketicilere bir çeşit ceza verilmesi dünya nimetlerinin nasıl büyük şirketler tarafından talan edildiğini gösteriyor. Bu nedenledir ki; Rockefeller Vakfı, Bill Gates ve diğer büyük kuruluşlar Kuzey Kutbu’nda “kıyamet tohum deposu” veya bankası kuruyorlar. Onlara bu tohum toplama hakkını kim veriyor? Yeryüzünün bütün tohum çeşitliliğini saklayacak bir bankanın zaman içinde bütün uluslara adil davranacağını kim garanti edebilir? Bu bankayı kuranlar veya finanse edenler günün birinde karar değiştirip bu işten çekilirlerse ne olacak? Bu topladıkları tohumları günün birinde bize tekrar satmayacaklarını nereden biliyoruz? Türlerin genleriyle oynanarak biyolojik savaş için kullanılmaları hiç mi olası değil? Genetik kaynakların serbest dolaşımı, kaçak veya ticari amaçlı olarak kullanılmasına karşı olası tedbirler nasıl alınacak?
Aklıma ülke gen kaynaklarının geniş kitlelere duyulması ve korunması için geniş bir kampanya geliyor. Hem hayvan hem de bitki gen kaynaklarımıza sahip çıkmak öncelikle yok olmasını önlemek, tehditleri azaltmak, bilinç uyandırmak, yurt dışına çıkış ve kaçak götürülmeyi engellemek, dışarıdan gelen tohum ve diğer türleri ciddi olarak kontrol etmek, GDO konusunu daha iyi takip etmek için bir şeyler yapılmalı? Bunlar sadece devletin görevi midir? Herkesin görevi değil mi?
Bu kampanyaya iyi örnekler buğday ve arı olabilir. Buğday stratejik bir maddedir, üretim artışı ve düşüşleri devletleri, toplumları çabucak altüst edebiliyor. Arı balı üretimi ise çıkmazdadır. Saf geni korumak neredeyse imkansız, kontrolsüz ve bölgeden bölgeye arı taşınmaları deniyle sorunlar çıkıyor. Balların özellikle güçlü ilaç özelliğinden dolayı “deli balın ” sürdürülebilirliğini sağlamak için çalışmak lazım. Bu balı yiyerek hastanelere doluşan insanlara da ulaşmak lazım. Ksenofon Onbinlerin Dönüşü kitabında Perslerle Pontusların savaşında balın biyolojik silah olarak nasıl kullandığını yazar. Bal yolu anlayışıyla Giresun, Trabzon, Rize’den Gürcistan’a yürümek… Yürürken bitkileri toplayarak haritalamak, sonra herbaryumlara taşımak, tohum izi sürmek. Bunu ilköğretim okullarına yayarak genel bir kampanyaya dönüştürerek farkındalık yaratmak. Karadeniz dağları ile Doğu Anadolu dağları arasındaki derin diagonal vadilerin oluşturduğu mikro klimada ilginç türler keşfedilmeyi bekliyor. Likya yolu nasıl oluyorsa, bal yolu da pekala olabilir. Üzerinde hiç mi düşünülmeye değmez dersiniz?
Sonuç; bitki ve hayvan gen kaynaklarının değeri para olarak ölçülemez. Bize gelince Anadolu coğrafyasında bulunan tür çeşitliliğini o kadar hoyratça kullandık ve değerini o kadar sonra anladık ki, korunması konusunda geç kaldık. Son zamanlarda bazı belediyelerin tohum takası, eski tohum araması, yerel tohumları tanıtması gibi işlere soyunması ise umudumuzu artırıyor. Bu çabaların başarılı olmasını diliyorum. Ama resmin geneline baktığımızda genetik çeşitlilik, Vavilov ve Anadolu’nun gen merkezi olması konusunu hala anlayamadığımız açık. Bu nedenle de başta biyologlara, botanikçilere, ziraat mühendislerine, veterinerlere ve bilinçli vatandaşlara yani bireylere çok iş düşüyor.
Hayvan gen kaynakları ve tohum bankalarımızın hali ise başka bir yazı konusu.
Kaynaklar:
Crow, F.J., N.I. Vavilov, Martyr to Genetic Truth, Anecdotal, Histarical and Critic Commentaires on Genetic, Genetic Society of America, 1933.
Davis, P.H., Flora of Turkey, Edinburg University, Press, 1965.
Demir, İ., Genel Bitki Islahı, Ege Üniversitesi, 1975.
Güner, A., Aslan, S., Ekim, T., Vural, M. Babaç, M.T., Türkiye Bitkileri Listesi, Nezahat Gökyiğit Botanik Bahçesi ve Flora Araştırmaları Derneği, İstanbul, 2012.
Kaya, Z., Kün, E., Güner, A., Ural, E., Atay, S., Türkiye Bitki Genetik Çeşitliliğinin Yerinde (in situ) Korunması Ulusal Planı, Çevre Bakanlığı Çevre Koruma Genel Müdürlüğü , 1998.
Kışlalıoğlu, M., Berkes, F., Biyolojik Çeşitlilik, TÇSV Yayınları Ankara, 1987.
Litov, V., Stalin ve Hruşçov Hakkında, Yazılama Yayınları , 2. baskı, İstanbul, 2009.
Öztürk, B., Yerli, S., Natural Heritage of Turkey, TÜDAV Yayınları , 2002.
1 Davis, 1965.
2 Demir, 1975.
3 Güner ve ark., 2012.
4 Kaya ve ark., 1998.
5 Kışlalıoğlu ve Berkes, 1987.
6 Öztürk ve Yerli, 2002.