Bakanlığa öneriler:
Türkiye balıkçılığı nasıl kurtarılır?
5000 tekne sahibi ne yapacak?
Kıyı balıkçılığı nasıl teşvik edilir?
Geleneksel balıkçılıkta yasaklar?
Geleneksel balıkçılığa geçmek isteyenlere sınırlama nasıl konur?
Geleneksel balıkçılık nasıl denetlenir?
Balıkhanelerin geleneksel balıkçılıkta yeri nedir?
Açık deniz balıkçılığı nasıl teşvik edilir?
Soğuk zincir, fabrika gemiler, pazarlama sorunları nasıl giderilir?
Uygulanan teşvik politikaları şimdiye kadar başarılı oldu mu?
Kitlesel balık avcılığı uygulamalarının dünya denizlerini tüketircesine genişlemesi çok daha az balık avlamaya elverişli geleneksel avcılıkların, sürdürülebilir balıkçılık için, gündeme gelmesini zorladı. Tüm bilgilere, önlemlere, denetimlere rağmen kitlesel balık avcılığının okyanuslara verdiği zararlar azaltılamıyor. Sektörde yatırımların çok boyutlu ve pahalı olması, talebin önlenemez oluşu, getirinin tatlılığı, ülkelerin alan rekabetinde üstünlük politikaları sürdürülemez boyuta gelişi durduramıyor. Bu nedenle geleneksel balıkçılık gündeme gelmeye başladı. Çok yakın geçmişte basında okuduğumuza göre Arjantin kıyılarında denizde besin bulamayan martıların su yüzeyinde yüzen balinaların sırtından parçalar kopararak beslenmeye çalıştıkları belgelenmiş olarak yayınlandı. Martıların bu zararına karşı, balinaları korumak için martıların bir süre vurulmaları gerektiğini okuduk. Dünya denizlerinin durumu bu noktaya gelmiş demek ki.
Su ürünleri avcılığının geleneksel biçimi genelde yanlış olmasa da uygulamada günümüzün bilgilerine göre uygun olmayan yöntemleri olabilir. Örneğin çeşitli otlardan elde edilen özlerin suya karıştırılarak balıkların zehirlenmesi bin yıllardır biliniyor. Yanlış bir usul! Neden yanlıştır bu usul? Zehirlenen balıkların hepsi toplanamaz da ondan. Bu usulü kullanan avcı kendine ve yakın çevresindekilere yetecek kadar balık barındıran alanı zehirleyebilir. Bu alandan elde edeceği balıklarla beslenirken kendileri zehirlenmezler. Pişirilme sırasında kimyasal reaksiyonlar zehrin niteliğini değiştirir. Avcının elde edeceği balık miktarı birkaç kiloyu geçmez ama bayılan, ölen balıkların hepsini de toplayamaz. Patlayıcı maddelerle yapılan balık avcılığı da verdiği zarar tartışılamayacak boyutta olduğu için yasaklanmıştır. Günümüzde artık denizlerde yapılan askeri tatbikatlarda kullanılan sualtı patlayıcılarının ve düşük frekanslı ses yansıtıcılarının kullanılması yasaklanıyor. Patlayıcıların, zehirli bitkilerin yerini alan serpme ağ da kullanılış tarzına göre aynı miktar balığı avlayabiliyor. Makaralı kamış olta ise belirtilen iki avcılık usulünden çok daha fazla balığın yakalanmasına yol açıyor. Geleneksel balık avcılığı yeniden düzenlenirken çok değişik bakış açılarından değerlendirmek gerekecektir.
“Van Gölü İnci Kefali Avcılığı İyileştirme Projesi’nde geleneksel balıkçılıktaki yanlışı düzeltmeye çalıştık. Bu balıkçılık uygulamasında yapılan yanlış üreme döneminde yapılan kitlesel avcılıktı. Gölde akarsu mansaplarında yumurta geliştirmek ve bünyesindeki sedayı atmak için toplanan inci kefallerinin gırgır, ığrıp gibi çevirme ağlarıyla kitlesel biçimde avlanması yanlışını düzeltmek için av yasağı uygulanması ve eğitim çalışmasıyla balıkçılara balığın üreme davranışının öğretilmesi amaçlanmıştı. Halen gölde üreme döneminde yapılan kitlesel yasaklanmış avcılık sıkı denetim nedeniyle çok azaldı. Akarsu boylarında ise evlerinin önünden geçen derenin getirdiği bu nimeti hala tutmak için çabalayan köylülerin varlığı biliniyor. Bu anlamda ve düzlemde bir yasaklamanın mümkün olmadığı bilinerek devamlı aktarılacak bilgiler ve eğitimle bu olayı en aza indirmek amaçlanıyor.
Denizde ise yanlışlarla dolu kitlesel modern avcılıktan özellikle belli kıyı bölgeleri ve özel dip yapılarının bulunduğu yerlerde geleneksel balıkçılığa dönmek amaçlanmalıdır. Bu dönüşümde gelenekselin yanlışlarını, güne uymayan yönlerini de düzeltmek gerekecektir. Ancak geleneksel balıkçılığın olmazsa olmazı durumunda olan uygulamaların kökten kaldırılması özellikle Boğaz Balıkçılığı bakımından çok dikkatlice düşünülmelidir. Burada orta yolun bulunması bilimsel verilere dayanılarak saptanabilir ki bu yolda oldukça bilgi birikimi vardır.
İstanbul Boğazı’nda uygulanan balıkçılık usulleri arasında dalyancılık, manyatçılık, uzatma ağcılığı, volicilik, çökertmecilik, sepetçilik ve oltacılık geleneksel balıkçılık usulleri arasındadır. Bu balıkçılık usulleri, üreme döneminde yapılsa bile, günümüzde uygulanan kitlesel balık avcılığı araçlarıyla yapılan balık hasadının yanında, doğaya verdiği zarar bakımından, yok denecek kadar düşük verimlidir. Hangi avcılık doğal varlıklara hiç mertebesinde zarar verir acaba? Hangi mevsimde tutulan balıklardan hiç yumurta çıkmaz? Hangi mevsimdeki, türdeki, boydaki, yaştaki balıkların üreme gücü, olgunluğu, verimi en yüksek durumdadır? Bu ayırımları hesaba katmadan yapılacak kökten yasaklamalar geleneksel balıkçılığın yok edilerek kitlesel balıkçılığın devamlılığına, ekmeği elinden alınan geleneksel balıkçının büyük balıkçı elinde köleleşmesine neden olur. Günümüzde dünyayı sormakta olan bütünleşme sürecindeki küresel sanayi ve ticaret zaten genellikle küçüğün yok edilmesi esası üstünden hedefine varıyor. Bu hedefe varmak isteyenler yerelin köreltilmesi için çaba harcarlarken, bu gidişe rıza göstermeyenlerin geleneksel balıkçılığı, hoş görülemeyecek yanlışları varsa düzelterek, desteklemeleri gerekiyor.
Eskiden olta balıkçılığı pek az sayıda balıkçı tarafından kıyılardan yapılırdı. Daha çok sandallarla yapılan olta balıkçılığı balık türlerine ve balıkların akış zamanlarındaki hava şartlarına bağlı olarak yapılabilirdi. Olta balıkçılığı gündüz olduğu kadar gece de yapılabilirdi. Genellikle üreme dönemi sonrasında pelajik balıkların sıcak denizlere gitmek için Boğaz akıntılarından da faydalandıkları sonbahar mevsiminde yapılan gündüz ve gece olta avcılığı kasım ayı ortalarına kadar sürerdi. Bu tarihten sonra kitlesel balık akınları azaldığı için sadece merada yerli kalan balıklar özelliği olan kıyı noktalarında avlanabilirdi.
Balıkların üreme dönemi için Karadeniz’e çıkışları mart ayı sonlarına doğru artarak kitlesel bir göç görünümü verir. Bu tarihten haziran başına kadar süren göç döneminde İstanbul Boğazı’nda oltalar ve ağlarla genellikle istavrit, izmarit gibi küçük bedenli balıklar avlanırdı. Büyük bedenli balıklar ise kısmen dalyanlarda avlanırdı. Üreme göçü yapanların büyük bölümü boğazdaki kanal akıntısı ismi verilen, Marmara Denizi’nden gelip Karadeniz yönünde akan akıntıyla birlikte kuzeye çıkarlar. Bu akıntının kıyılara doğru kısmen yayıldığı uygun noktalarda kurulan dalyanlar kitlesel olarak avcılık yapamazlar.
Günümüzde oltacılık artık kıyılardan yapılan makaralı kamış avcılığıyla çok ileri boyutta balık avlanmasına neden olmaktadır. Kıyı balıkçılığı kavramı içinde günden güne gelişen ekipman ve çoğalan avcı sayısıyla makaralı kamışla balık avcılığı giderek sonuçları bakımından büyük balıkçılık ölçeğine yaklaştı. Genellikle sahillerde bulunan yaya ve bisiklet yollarında kamış sallama sırasında kazalar oluyor. Ayrıca kamışçıların avladıkları balıkları canlı tutmak için çeşitli kaplara su doldurup boşatmaları sırasında yayalarla yaşanan tartışmalar tatsızlıklara neden oluyor. Sektörün bu denli gelişeceği dünden belliydi ama siyasetin bu olayı bilinçli olarak görmezden gelmesi bu konunun çözümsüzlüğe varmasına neden oldu. Tüm gelişmiş ülkelerde çok eskiden beri, gelişmiş ülke konumlarından önceden beri, amatör balıkçıların denetlendiği bilinmektedir. Günümüzde artık bizim de bu balıkçılık usulünü denetime almamız ve belli alanlar dışında özellikle sahillerde araç ve yaya trafiğinin yoğun olduğu, kaldırımların yürüyüş yolu olarak kullanıldığı ortamlarda kamış sallayarak balıkçılığa izin verilmemesi gerektiğini kavramamız lazım. Yakın geçmişte televizyon ve basında bu konunun denetime alınacağını okuduk. En azından 15 yıl gecikmiş bir uygulamanın günümüzde zorunlu hale geldiğini, durumun ulaşacağı düzeyi o zamanlarda önerenlerin dikkate alınmamasının sonucunu biraz da utanarak değerlendirmek gerekiyor. Amatör ya da kıyı balıkçısının 15 yıldan beri ruhsata bağlanmamasının sonunda maliyenin kaybının ne mertebede olacağını kim hesaplayacak acaba? Sigara paketine hastaların tedavisinde kullanılmak için yapılan son 60 kuruşluk zamdan bu ülke ne bekliyorsa 15 yıldan günümüze ve geleceğe uzanan süreçte onu bekleyebilirdi. Şüphesiz sigaradan gelecek miktar yıl içinde çok daha fazla olacaktır ama…
Eskiden yapılan sandal oltacılığının birkaç bin katı kıyı oltacısı vardır. Bu kıyı oltacıları yılın her gününde avlanabiliyorlar. Sandal ve küçük ölçekli motorların yapabildiği oltacılık neredeyse yok sayılabilecek mertebelerde kalmıştır. Geleneksel balıkçılığın av biçimlerinden olan fanyalı ağlarda ana ağın ve fanyanın göz açıklığının düzenlenmesiyle avda seçicilik de düzenlenebilir. Çift fanyalı ağlar aşırı avcılığa neden olurlar ki böyle ağların kullanımına getirilecek yasaklar geleneksel balıkçılıktaki yanlış uygulamaların düzeltilmesinde önemli bir adımdır.
Iğrıp, manyat gibi sürütme ağlarında torba ağın göz açıklığı ve ağ gözlerinin ölçüsü çok önemlidir. Bu avcılık usulleri de geleneksel balıkçılığın en belirgin özellikleridir. Bu ağların da daha uygun biçime getirilmesi gelenekselin düzeltilmesine katkı sağlar.
Balık hallerinde kayıtlar düzgün tutulmadığı sürece alınan tüm tedbirlerin boşa gideceği öngörülmeli ve gözden kaçırılmamalıdır. Belediyelerin bu konuda “tavşana kaç tazıya tut” tutumundan derhal dönmeleri belki de balıkçılık sektöründe düzelmeye yönelen en sağlıklı davranış olacaktır. Büyük ölçekli balık alan buzhaneler, ihracatçılar, otel ve lokantalar denetim altına alınmalıdır.
Özellikle büyük avcı takımlarının ( 15 m. ve daha büyükler) uzaktan algılamayla denetlenmesi, av sonrası yanaştıkları iskeleler, iskele yoksa yaklaştıkları ve belli bir süreden fazla kaldıkları kıyılar saptanarak soruşturulması kaçak avcılığın önemli boyutta engellenmesine katkıda bulunur. Bu av takımlarının peşlerinde gezen yardımcı motorların hepsinde uzaktan algılama takibini sağlayacak teknik donanımın bulunması gerekli. Uzaktan algılamayla elde edilen veriler en az iki ayrı kuruluşun denetimine sunulmalı. Soğuk zincir içinde bulunan tüm nakliye araçları da uzaktan algılamayla denetlenmeli.
Kıyı balıkçılığı içinde sayılan dalyanların çoğu günümüzde, av verimli oldukları için, kültürel olarak devamlılığı sağlanamadığı için terk edilip sökülmüşlerdir. Geleneksel balıkçılığın ihyası nedeniyle dalyanların yeniden kurulacağı yerler bilimsel olarak yapılacak araştırma sonucunda eski dalyan alanlarının bulunduğu yerlerde kurulabiliyorsa tercih edilmeli. Eski dalyan sahaları dalyan kurulamayacak kadar değişmişse yeni saptanacak alanlar özellikle yerleşim alanlarından uzak tutulmalı. Tüm kurulu ve kurulacak dalyanların da uzaktan algılamayla denetimi yapılmalıdır. Büyük avcı takımları uygun olmayan zaman ve yöntemle avladıkları balıkları dalyanlar üstünden piyasaya çıkarabilirler. Her aklına esen dalyan kuramamalı. Dalyanda tutulan her balık karaya aktarılmamalı.
Belli boylardaki balıklar zarar verilmeden denize salınmalıdır. Bu konuda devamlı bilgilendirme ve denetimler “sürdürülebilir” geleneksel balıkçılığın olmazsa olmazı olmalıdır.
Bütün su ürünleri fakülteleri bir proje dahilinde büyük avcı takımlarına, kıyı balıkçılığı yapan balıkçı köylerine yönelik eğitim çalışması yapmalı. Bu çalışmada hem balıkçılardan bilgi edinilmesi hem de onlara yeni bilgilerin ve tehlikeli gidişin yorumu aktarılmalı. Ülkeye yönelik tümden bir çalışma olmadan balıkçılığın kurtarılamayacağı anlatılmalı.
Yeni bir balıkçılık modeli geliştirilirken yabancı modellerin örnek alınması kolaycılığından kaçınılarak, ülkenin denizleri ve potansiyeli ortaya konmalı. Bunun için ülke içinden veya dışından, yapılmış olan bütün bilimsel araştırma sonuçlarının birlikteliğinin sağlanmasına öncelik verilmelidir. Partiler üstü bir girişimle balıkçılığı şimdiye kadar yapıldığı tarzda, siyasete alet etmeden düzenlemek ülke halkının sağlıklı beslenmesine çok önemli bir katkı olacaktır. Tabii ki ülkenin doğal değerlerinin korunarak kullanılması da sağlanmış olacaktır. Ayrıca tüm dünya denizlerinin birbirleriyle bağımlılığı söz konusuyken sadece “bizim denizler ve balıklar” bencilliğinden kurtulmanın yolunun da parti siyasetinin üstünde olduğunu benimsemenin zamanı geldi ve geçiyor. “Göçmen balık tutulmazsa komşu tutar, göçmen balık tutulmazsa su olur” kavramlarına itibar etmenin kolaycılığından ve iğrençliğinden kurtulmamız gerekiyor. Benzer bir söylem de kara avcılığında göçmen kuşlar hakkında söylenir. Bu nedenle hem biz hem komşu avladığı için nesillerin kökü kazınır.
İthal edilen balıklarda yasalara aykırı boyutta bir tek balığa rastlanmamasının nedenleri iyi irdelenmeli, ihracata kaynak oluşturacak avcılık, balık ithal edilen ülkelerde, onların ihracat denetimleri örnek alınarak uygulanmalı. Özellikle sebze ve meyve ihracatında üretimdeki ve denetimdeki eksiklik nedeniyle üzerinde kimyasal kalıntılarla geriye yollanan malların bolluğu unutulmamalı…
Geleneksel kıyı balıkçılığı kavramında hem küçük deniz araçlarıyla hem de karadan yapılan balık avcılığında kamış, kepçe, serpme, çökertme, uzatma ağları, sepetler, paraketeler ve çeşitli olta takımları kullanıldığı biliniyor. Bütün sayılan usullerle yapılan avcılıklar ile gelecekte ortaya çıkacak başka balık avcılığı usullerini kullananların ruhsatlandırılması, denetimlerinin sağlanabilmesi için, olmazsa olmaz şartların başında gelir. İçinde bulunmak için çeşitli ödünler verebildiğimiz AB topluluğu yukarda sayılan avcılık sistemleri için böyle bir kayıt zorunluluğu getirmiştir. Bu konuda davranış önceliği uyarıdan önce gelmelidir.
Geleneksel balıkçılığın uygulama yanlışlarını silecek düzenlemelerin bilimsel doğrular içinde ele alınıp, bilim adamları ile geleneksel balıkçılıktan henüz ayrılmayan balıkçılarla birlikte yapılması doğru olacaktır. Geleneksel kıyı balıkçılığıyla geçinen profesyonellerle geleneksel kıyı balıkçılığı yapan amatör avcılar birbirinden ayrılmalıdır. Özel aracıyla taksicilik yapanlara karşı alınan tedbirlerde son zamanlarda yükseltilen cezaların nedeni profesyonel ve amatör arasındaki vergilendirme kıstasları değil mi? Kıyı kamışçılarının içinde çok az sayıda profesyonel varken, amatörler tuttukları balıkları satarak profesyonellerden çok daha fazla ciro oluşturmaktalar. Bu karmaşaya bir son vermek gerekmektedir.
Denetleme yapan kuruluşların personeli ne yazık ki yapması gereken denetimin kapsamını, özelliğini, niteliğini yeterince bilmiyor. Böylece olması gereken biçimde denetim yapılamıyor. Denetlenecek konunun özelliklerini, ölçülerini belirtecek basılı malzemenin güncel olarak denetçilerin ellerinde olması gerekmektedir. Ülkemizden kaçırılan yaban hayvanlarını, bitkileri, soğanları tanıtan broşür, kitapçık gibi görsel yardımcı malzemenin önemi tartışılamaz.
Kitlesel balıkçılık ülkemizin nüfusu karşısında kaçınılmaz olmuştur. Böylesine bir nüfus kitlesinin beslenmesinde çok önemli bir yer tutan besin olarak deniz ürünleri arasında balıklar önde gelmektedir. Yetiştirme usulleriyle üretilen balık miktarı avcılıkla yakalanan miktara doğru yükseliyor. Yetiştirmenin ve avcılığın sınırlarının olduğunu, dünya ve ülke denizlerinin verim sınırına çok yaklaştığını söyleyebiliriz. Gidişin sürdürülemez yolda olması, yıllardır bu çok önemli hayati konuda bir bakanlığın kurulmamasında da görülebilir. Ülke halkının temel besinlerinin başında gelen balığın ve balıkçılığın tarım ürünleri arasında değerlendirilmesi, sırtını denizlere dönen bir ülkenin olağan politikaları arasında sanki kesme çiçek üretiminin yıldan yıla fiyatlara yansıması gibi ele alınıyor.
Şüphesiz bu fiyat politikası serbest piyasa şartlarına göre oluşuyor ama kesme çiçek temel besin kaynakları arasında değildir.
Dünya devletleri dünya denizlerini özellikle fakir ülkelerin kıyılarını açık deniz balıkçılığıyla talan ederken bizim kitlesel balık avcılığı takımlarımız kendi kıyılarımızı talan ediyor. Dünya üstünde hiçbir talanın mükemmele varan sonucu görülmemiştir. Dünyanın en büyük sömürgeci devletleri bile asırlar boyu altın, elmas ve insan sömürdükleri halde günümüzde ekonomik bakımdan büyük sıkıntı içinde değil mi? Denizlerin de böyle sömürülmesi nereye kadar gider?
Kitlesel balıkçılığı sürdürülebilir olacak biçimde yeniden yapılandırmak gerekiyor. Derinliği çok az olan kıyılarda derin ağlarla avcılığı engellemek, dip trolü gibi yıkıcı bir balıkçılık sistemini terk etmek, orta su trolünü ağ ölçülendirmesiyle birlikte ikame etmek gibi yenilikleri güncel hale getirmek balıkçılığımızın kurtuluş reçeteleri içinde bulunması gereken tavsiyeler olarak düşünülebilir. AB uyum yasaları konusunda önümüze çıkan tekne sayısının azaltılması konusu aşırı giden tekne artışını durdurup olması gereken düzeye çekebilmek için iyi bir fırsat. Türkiye’nin tüm denizlerinde bulunan 21000 balıkçı teknesinin 16000 seviyesine düşürülürken balıkçılıktan vazgeçmek isteyenlerin teknelerinin bedellerinin ödenerek alınması söz konusu olurken gırgır avcılığının da 24 m. den sığ sularda av yasağının getirilmesi iyi olmuştur. Bu girişim son yıllarda yapılan düzenlemelerin artık daha bilimsel olduğunu vurgularken balıkçılar bakımından tartışma adına değer kazanmıştır. Ne yazık ki yeni kararların doğru biçimde ve zamanda duyurulmaması doğru yapılan düzenlemeye kusur getirir ve kararın belki de geri çekilmesine neden olabilir. Benzer düzensizlikler havuz balıkçılığı için geçmiş yıllarda yaşanmıştı. Balıkçıların büyük bir kesimi balık bulucu algılama teknolojisinin verilerini değerlendirmekten uzak durumda. Büyük boyutlu balıkçı teknelerine takılan balık bulucu olarak adlandırılan ses dalgalarıyla veri toplama teknolojisi hakkında gerçekle ilgisi olmayan uydurma bilgiler ortalıkta uçuyor. Bu teknolojinin kullanılmasında, kapasite bakımından sınırlandırma gerektiğine inanç küçük ve kıyı balıkçıları arasında ileri düzeyde. Bu konunun doğruluğu ya da yanlışlığı hakkında bilgilendirilmeleri gerekiyor. Balıkçılar yanlarında, teknelerinde görmedikleri, balıkçı kahvelerinde tartışamadıkları bilim adamlarına güvenlerini kaybediyorlar. Onları kendi ekmekleriyle oynayan, masa başı bilimcileri olarak ve çok açıkça küçümseyerek değerlendiriyorlar. Bu yanlışlığın düzeltilmesi için balıkçılarla bilimcilerin birlikte daha uzun süre ve sıklıkla birlikteliği gerekiyor.
Balıkçı barınaklarında yazıhaneleri bulunan kabzımalların küçük soğuk hava depolarının soğutma üniteleri yetersiz kalıyor. Uzak limanlardan balıkhanelere bazen dökme balık arasına buz kırıkları karıştırılarak sevkiyat yapılıyor. Soğuk zincir tam anlamıyla oluşturulamayınca değer kayıpları kaçınılmaz olarak artıyor. Bu düzensizlikte denetim yapılması da bir sonuç vermemektedir. Balık hallerinin yeniden düzenlenmesi, maliye, gıda ve çevre bakımından denetlenmeleri kaçak ve uygunsuz avcılığa çok etkili bir denetim sağlayabilir. Balık, avcı teknesinden satışta müşterinin torbasına girene kadarki süreçte denetlendiği takdirde tükenmeyecek bir doğal nimettir.
Orta Karadeniz’de balık avı mevsimi açılmadan önce bir gecede çapariyle 10000 palamut avlandığı haberi basında çıktı. Limanköy kahvelerinde şu günlerde 3 boy palamut varlığından bahsediliyor. Bilimsel bir ölçüm yok ama yapılan tariflere göre ortalama 20cm, 24 cm ve26 cm boyundaki palamutların bu yörede de çapariyle avlandığı söyleniyor. İki hafta önce durgun denizde açıklara doğru vonoz sürülerinin karartıları belli oluyordu. Muhtemelen belirtilen ölçülerdeki balıklar yumurta dökme ve döllenme tarihleri arasındaki farklılıktan kaynaklanıyor. Balıkçıların aktarımlarında sonbahar ilerledikçe yakalanan palamutların arasında boyca daha büyüklerine rastlanıyor. Kasım ayı ortalarından itibaren de seyrek olsa da toriklerin yakalandığı belirtiliyor. Bu aktarımlardan şunu çıkarabiliriz: mevsim başında tutulan ve aralarında çok küçük boy farklılığı olan palamutlar bu yılın yavrularıdır. Anaç balık sayısı erken avcılıkta az görülüyor. Dalyanların üreme mevsiminde Üreme dönemi sonunda artan palamut popülasyonu göç zamanı gelince güneye doğru yolculuğa başlıyor. Bu yolculuk başlangıcı av sezonu açılmadan başladığına ve yolculuğa çıkmadan önce de Karadeniz’de çeşitli usullerle avlandığına göre henüz bir sefer bile üreme şansları olmadan avlanmış oluyorlar.
Üreme dönemi arkasından yapılan ve yaşını doldurmadığı için hiç ürememiş olan kestane palamutu yani 22-23 cm boydaki balıkların kitlesel avcılığı bir dalyanın avlayacağı yumurtalı balıkla karşılaştırılabilir mi? Sadece bu nedenle dalyanlara karşı çıkmak haksız rekabeti körüklemek gibi bir durum. Kaldı ki dalyanlara da uygun kısıtlamalar getirilebilecekken toptan ortadan kaldırılmaları balıkçılık kültürünün bir kolunun kesilmesi gibi olacaktır. Bu durumun göz önüne alınması ve yarım yamalak kültürlerle yola devam edilmesi başka çarpıklıkları getirir.
Doğu Karadeniz’de yöresini hiç terk etmeyen palamut varlığından bahsediliyor. Böyle bir gerçek varsa o takdirde Karadeniz’de palamut avcılığının yeniden ele alınıp değerlendirilmesi gerekiyor.
Bundan 40 yıl evvelki avcılıklarda Boğaz’da palamut ağlar, çapariler ve oltalarla yakalanırdı. İstanbul Boğazı’nda genellikle eylül, ekim, kasım ve aralık aylarında yapılan palamut avcılığı sırasında önceleri vonozlar istavrit çaparisiyle avlanırdı. Daha sonraları sandallardan ve kıyılardan kullanılan yünlü zokaları, sandallardan seğirtme zokaları ile gündüz ve gece yemli oltalarla avlanırdı. O zaman avlanan palamutlar, özellikle seğirtme ve yemli oltalarla avlananlar, genellikle iri ergin balıklardı. Kasım ortalarından itibaren torikleşmiş ve daha irilişmiş olanlar yakalanırdı. Bu durumda demek ki erginler ve yaşlılar gecikerek güney yolculuğuna çıkıyorlardı. Günümüzde Karadeniz’de avlanan palamutların göç düzeninin eskilerle ne kadar benzeştiğini bulmak gerekiyor.
Mevsimsel avcılığın son dönemlerinde günümüzde de iri balıklar avlanıyorsa durum esas anlamında sabit mi kalmıştır? Değilse ergin balık sayısında azalma tehlikeli boyutta mı demektir? Ya da Karadeniz’de ömür boyu kalan palamutlar stokta azalmayı bir bakıma engelliyor olabilir mi?
Balık hallerindeki verilere güvenerek yapılacak çalışmanın gerçekleri yansıtma ihtimali nedir?
Gırgır avcılığında deniz derinliği 24 m. ye indirilince avcılığa önemli bir kısıtlama getirilmiş oldu. Ancak takımlarını eski statüye göre hazırlamış olan balıkçıların daha derin sularda avlanabilmesi için ağ ağırlıklarının arttırılması gerekecektir. Aksi halde balık sürüsü ağın batmasından daha hızlı hareket ederek ağın kurşun yakası ve istinga halatı dibi bulmadan ağın dışına çıkabilir. Burada iki husus ortaya çıkıyor. Balık sürüsünü çevirmek için ya çok daha uzun bir ağ çevirmesi yapılmalı ya da ağın çabuk batması sağlanmalı. Takımların yeni statüye göre yeniden biçimlendirilmesi gerektiği ortada. Bu bakımdan böyle statü değişikliklerinin balıkçılık mevsiminin açılışına sayılı günler kala yapılması yanlıştır. Balıkçıların yeniliklere ayak uydurabilmesi için bir süreye ihtiyacı vardır. Bu bakımdan gelecekte yapılacak değişikliklerin ya zaman bakımından iyi ayarlanması ya da balıkçının takım değişikliğine destek sağlanması gerekmektedir.
Gırgır avcılığı yapan teknelerin boylarının açık denizlere çıkabilecek boyutta olması gerekliliği artık çok açıklıkla belli olmuştur. Kıyılarda 24 m. den daha sığ sularda gırgır avcılığının yasaklanması da tekne boylarının büyümesini gerektirmektedir. Kıyılarda avlanan ve tekne boyları küçük kalan gırgır takımlarının av takımlarını değiştirmeleri ya da teknelerini bedelleri karşılığı devlet fonuna devretmeleri sisteminin bir an önce hayata geçirilmesi gereği ortaya çıkıyor. Kıyı balıkçılığının, geleneksel balıkçılığın AB uyum süreci içinde ele alınıp dönüştürülmesinin hızlandırılması akıllıca olacaktır. Belirli bir süre sonra gırgır av derinliğinin kademeli olarak sonuçta 50 m. derinliğe çıkarılacağı bilinen bir durumken hazırlığın erken yapılması değişimin yumuşak yaşanması için gereklidir.
Bu değişimler sırasında art niyetli kişilerin statükonun korunması uğruna yalan yanlış açıklamalar yapmalarına karşılık bilimsel bakışı vurgulayan bir bilinçlendirme programının basın ve televizyonlarda kamuoyunu bilgilendirmesi gerekiyor.